Ayşegül Sönmez

Vik Muniz Dirimart’ta

03 Mart 2018 Cumartesi

“George Lucas ve Steven Spielberg’in yaptıkları üstüne yok. Benim ise yönüm onların zıt yönünde. İstikametim illüzyon yaratmada değil. Hiçbir zaman da olmadı. Benimki bu illüzyonun kaynağına doğru bir yolculuk.”

İnternet çağında, nice sanat tarihinden imgeyi, tekrar bu kez güncel malzemelerden, kâğıt, gazete, dergi, sergi kataloğu gibi, oluşturan, tekrar inşa eden Vik Muniz resimleri karşısında ne düşünmeliyiz?

Neredeyiz biz onlara bakarken?

Tam da sanatçı bizim onlara hem uzaktan hem de yakından bakmamızı planlamışken bu bakışı iptal etmeyi dileyen resimler karşısında hakikaten bakmaktan vazgeçip düşünmeye başlayabilir miyiz?

Sanırım en esaslı soru/ sorun bu gibi görünüyor.

Hem bir fikir, hem bir resim -hem de bir bakıma anı, olmayı dileyen çifte varoluşa inanan Muniz’in üretimi, tekrar’larıyla, kopya’larıyla, jestleri, performansları, 2011 Oscar’a aday çöpler ve onu toplayanlarla ilgili belgeseliyle otantik kişisel anılar kadar imgenin günümüzdeki kaderiyle ilgili ortak dertler barındırıyor.

Muniz, küçük bir çocukken, tanı konulmamış disleksi rahatsızlığı yüzünden okuma yazmayı öğrenmekte zorlanırken aslında kelimeyi oluşturan harflerin her birini birer Anadolu Hurufisi ya da Kabalist gibi özgür bırakmayı öğrenmiş aslında. Anneannesinin okuması için ona gösterdiği her bir kelimeyi parçalamış. Harflere.

İlk eseri uzaktan bakınca görülebilecek mesafenin algımızı şekillendirdiği annesine ‘ne görüyorsun’ diye sorduğu bir açık hava işi olmuş.

Ardından bir kavgaya karışıp kavgada kurtardığı kişinin yanlışlıkla ayağını silahla vurması ve onu affetmesi için ona biraz para vermesiyle soluğu New York’ta almış.

Bu hikâye bile başlı başına bir Rio hikâyesi.

Macera dolu Rio’dan macera dolu New York’ta Muniz pekâlâ yapabilecek.

Tam bir “başarı” öyküsü olacak onunki.

Muniz harfleri kelimelerden özgür bıraktığı gibi bu başarı öyküsünün başından sonuna kadar hep bir şeyi yapmayı sürdürecek:

Resmi parçalayacak. İmgeyi de atomlar gibi yapıtaşlarından oluşmuş varsayıp bir fizikçi gibi ona müdahale edecek.

Bilim adamı olamayacak ama bir ressam bir sanatçı olacak.

Çikolatadan Pollock’u aksiyon resmi yaparken, arazi sanatının öncüsü Smithson’ın araziye yaptığını evde kumdan yaparken, şekerden mutsuz işçi çocuklarının portrelerini yaparken...

Hep.

Bir fütürist gibi göklere uçak iziyle bulut resmi yapmaya kalkıştığında da. (Sanırım Marinetti göğe bulut çizmezdi. Bir fabrika bacası, bir daktilo tuşu ya da tekerlek çizerdi.)

Gustave Courbet’nin şu an instagrama koyduğumuz takdirde sansüre takılacak Halil Paşa’nın bir zamanlar Paris’te siparişle yaptırdığı söylenen Dünyanın Kökeni resmini de, Van Gogh’un Oğlan Çocuğu/ Camilie Roulin portresi de serginin baştan üretilmiş ayrıştırılarak birleştirilmiş işlerinin başında geliyor.

Van Gogh portresi sadece sanat kataloglarından, Courbet de güncel kadın dergilerinden kesilen parçalarla yeniden üretilmiş.

Kolajların kendisini değil kolajların fotoğraflarını görüyoruz.

Bu da bana kalırsa Muniz’in işlerini daha ilginç ve güncel kılıyor. Eliyle bir araya getirdiği kolajlarıyla 20. Yüzyıl başı montajcısının yerine bir 21. Yüzyıl, elini devre dışı bırakan, internet mantığıyla kendi kopyaladığı imgesini kendi elleriyle bir kez daha çoğaltan bir çağın sanatçısı portresi çizebiliyoruz çünkü.

Konuşmada kendisine sorduğum gibi belgeselinde elleriyle sıkıp çıkardıkları sese göre çöpleri ayrıştıran “toplayıcı”lardan farksız mı o?

Ona göre çok farklı, o bir geridönüşümcü değil bir detournement ustası.

Dirimart’ın bugüne kadar tecrübe ettiğimiz galeri mekânı ölçeği hususunda çığır açtığı dev geniş camları, XXL duvarlarıyla NY’u aratmayan mimarisinde, Topkayı Sarayı ziyaretinden gelen Muniz, sarayın hiç de resmini yaptığı gibi görünmediğini anlatıyor.

‘O kadar renksizdi ki...’

Muniz’in iki versiyon halinde Topkapı Sarayı kartpostallarından ürettiği Topkapı Sarayı resimleri rengarenk, nice portre, harf, satır ve anıdan ibaret.

Aslında Muniz’in Topkapı Sarayı resimleri, Atilla İlhan’ın ne kadınlar sevdim aslında yoktular dizelerini ne şehirler sevdik aslında yoktular şeklinde uyarlamamıza imkân veriyor.

Son zamanlarda okuyup üstüne çok düşündüğüm Boris Groys Türkçeye de çevrilen “Akışta” kitabında şöyle diyor:

“Geleneksel sanat sanat nesneleri üretmiştir.

Çağdaş sanat sanat olayları hakkında enformasyon üretir.”

Vik Muniz, “başarmış” bir çağdaş sanatçı olarak üretilmiş sanat nesnelerini yeniden üreterek “olay” üretiyor.

Bu “olay” evet hem fenomenolojiktir hem de ontolojik.

Ve bu olaylar, kesinlikle zamanın akışına direnmemekte aksine onunla dev bir işbirliği yapmakta.

Bu işbirliğiyle ondan kaçmayı başarmakta mıdır peki? İşte ondan emin değilim.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Siyah Güzeldir 7 Temmuz 2018

Günün Köşe Yazıları