Feyzi Açıkalın

Batı’nın şusu busu…

10 Mart 2018 Cumartesi

Batı’nın şusu busu varsa…” diye başlayan çıkışın esin kaynağı, “Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah’ı var” olmalıydı. Gönderme yapılan zalim, Âşık Mahzuni Şerif’in mısralarındakinden biraz farklıydı tabii ki.

Mazlumluk üzerinden yıllardır sürdürülen “iç politikaya” son yıllarda eklenendış Batı” nın, bilmediğim “o su bu su” kaldı mı diye merak ettim. Bunun için de, affedersiniz(!) bir Hint asıllı Müslüman’ın belediye başkanlığı yaptığı Londra’yı seçtim.

Londra’daki her peyzaj çalışmasının içinden ya da üst geçide asılmış “Metropolitan sizin için çalışıyor” panosundan sırıtan yüzüyle Sadiq Khan çıkmıyordu. Aksine, metro istasyonlarında halkı ile yüz yüze konuşmaya çağıran küçük ilanları yer alıyordu.

İnsan gezerken haliyle “şuyu buyu” da göz ucuyla arıyor. Gözlem sırasında zalimin Allah’ının olup olmadığını da bilemiyorsunuz. Çünkü ülkede inanç üstünden bir tartışma, sorgulama ve buna bağlı bir yaftalama sürmüyor. Bunun yerine bilime, sanata, kültüre, spora iman edildiği apaçık görülüyor.

Evet, üstünde güneşin batmadığı bir dünya imparatorluğunun mirasçılığı her haliyle günlük yaşama yansıyor. En azından sokaklarındaki insan renkliliğinden bunu anlıyorsunuz.

Sınıfsal ayrılıklara bağlı yaşamlar gettolarda sürüyor mu bilinmez ama özellikle kent merkezinin bu anlamda bir eritme potası gibi işlev gördüğü aşikâr. Şaşmaz düzene herkes çok saygılı. Kamu görevlisinin insan refah ve mutluluğunu öne alan, yaşamı kolaylaştıran, neredeyse abartılı nezaket ve ilgisi şaşırtıcı.

Şehirdeki hızlı ama telaşsız akışta herhangi bir kabalık gözlenmiyor. Ülkelerinin gündelik siyasetinden etkilenip gerilen şehir insanı, umarsızlığını, kızgınlığını, çaresizliğini bir başkasına ders vermeye kalkarak, ona hakaret ederek, üstten bakış sergileyerek çıkarmaya çalışmıyor.

Sokakta süren müthiş tüketim ekonomisinin varlığına değil, ister istemez o çarktaki insan yapısına gidiyor gözler. Sokaklarda eğlenen, tüketenlerin çoğu düzgün gençlerden oluşuyor. Ülkelerinin geleceğine ilişkin bir korkularının olmadığı ve belli bir düzeyde bile olsa sosyal devlet güvencesini hissettikleri için birikimler yastık altına değil, publara akıyor.

Yayılma ve sömürüye dayalı düzenlerinin günümüzde ne denli sürdüğü tabii ki sorgulama konusudur. Ama örneğin, bir tarih ve bilim müzesi ziyaret edildiğinde, geçmişte işgal ettikleri coğrafyaların yalnızca doğal zenginliğiyle ilgilenmediklerini görüyorsunuz.

Oralarda bilimin gelişmesine öncülük edecek gözlemciye olanak sağlandığı, kültürel zenginliklerin en azından kayıt altına alındığı ( ve dahi çalındığı!) ve gelecek kuşaklara aktarılmak için sergilendiği görülüyor. Gençliğinin eğitiminin büyük bir parçasını da bu birikimin ziyaret edilmesi oluşturuyor.

Sosyal buluşma alanı olarak kiliseler yerine müzeler tercih ediliyor. Bedava hizmet veren muhteşem yapılarda hem kültürel yaşam hem de dinlence olanakları sağlanmış. On yıllarca süren müzikallerin sergilendiği mabetler(!) ise bir başka büyülü atmosferi oluşturuyor.

Kişisel beyanın esas alınışının ne olduğunu, “Ben de ülkemde bir köşe yazarıyım” diyerek, yalnızca basının davet edildiği Picasso özel sergisine elinizi kolunuzu sallayarak girdiğinizde bir kez daha anlıyorsunuz. Üzülüyorsunuz!

8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kadın girişimciliğinin önündeki engellerin kaldırılması ya da sporcuların menstrüasyon günlerinde yarışmama haklarının verilmesi başlıklarıyla manşete çekiliyor. Kadına yönelik şiddet, taciz gibi konular gündemde bile değil!

Mesafeler metrik ölçülerle değil dakikalarla anlatılıyor! Yani tesadüflere kalmış, doğmaların iznine bağlı bir yaşam yok. Sabah ve akşam iş gidiş dönüşlerinin dışında kent merkezi tenhalaşıyor. O saatlerde dolananların tek derdi kraliyet ailesine girmekte olan yeni gelinin kimliği oluyor. Ya da ziyareti, kamyonlara yüklenmiş tabelalarla sokaklarda duyurulan Suudi prensinin insan haklarına saygısı tartışılıyor. O kadar!

Bir de, özellikle kent merkezindeki eski yapıların hemen yanı başına dikiliveren modern iş merkezleri var. Sanki özel bir sözleşme ile tarihi yapının, yenisinin camlarında yansıması şart koşulmuş. Gelenek modernitenin içinde erimiş ya da daha belirgin hale getirilmiş…

Yazdıklarımdan anlıyorsunuz; herkesin Batı’ya yüklediği bir “şusu busu” anlayışı var. Benimki de böyleydi… 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Deve pazarlığı 27 Ocak 2024

Günün Köşe Yazıları