Sosyal demokrasinin sonu

10 Mart 2018 Cumartesi

Roma - “Siyasi partiler program, proje ve örgütlü tutkudur.
“Demokrat Parti/Partito Democratico (PD)” kodamanları, sol siyasi düşüncenin teorisyenlerinden Gramsci’nin bu cümlesine atıfla şimdi “Biz, örgütlü tutkuyu unuttuk. Yenilginin en önemli nedeni bu!” diyorlar.
İtalya seçimlerinden hafta geçmesine rağmen, sandığın kaybedeni PD içinde sular durulmuyor.
Sandıkların açılmasından 24 saat sonra istifasını veren, ancak bunu yeni hükümetin kuruluşuyla hayata geçireceğini söyleyen PD lideri Renzi üzerinde, “Hadi artık bir an önce bırak, git!” baskısı artıyor.
Renzi, PD için özetle artık geçmiş oldu.
Ama Renzi’den bahsetmeksizin merkez solun yıkımını anlatmak da mümkün değil.
Karizmatik ve iletişim yönü gelişmiş bir figür olarak görülen Renzi, partiyi sonuna dek kişiselleştirdiğinden, başarısızlık doğrudan onun hanesine yazıldı.
Büyük bir önseçim zaferi ve umut veren vaatlerle 5 yıl önce liderliğe gelen Renzi’nin, PD’nin gerçekte başında aldığı 2. yenilgi bu.
İki yıl önce devletin modernizasyonu için yapılan teknik bir anayasa reformu referandumunu da alabildiğine kişiselleştirdiğinden oylamayı şahsı için yapılan bir plebisite dönüştüren liderin, aslında o referandumu kaybetmesi, ardından hemen görevi bırakması gerekiyordu.
Renzi’nin uzatmaları oynaması sonucu, parti bölündü.
PD’den ayrılıp “Özgür ve Eşit” adı altında yeni bir partiyle 4 Mart seçimlerini karşılayan bir ekip, hem yüzde 3’te kalıp düş kırıklığı yaşadı, hem de sosyal demokratların oylarını böldü.
İtalyan merkez solu, bir önceki lider Bersani ile girdikleri 2013 seçiminden bu yana sonuçta 6.5 puanlık bir gerileme yaşadı ve yüzde 20 bandının altına düşerek yüzde 18’de kaldı.

Yok olma tehdidi
Yaşanan hezimetin büyüklüğünü PD’nin yönetici kadrolarından Marco Minniti Sonumuz Fransız sosyalistleri gibi olabilir” diyerek anlatıyor: “Yok olmak tehdidi altında kalabiliriz!
Geçen yıl Hollande’ın 2. kez aday olmayı göze alamadığı son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Fransız sosyalistlerinin sadece yüzde 6 aldığı düşünüldüğünde, “yok olmak tehdidinin” boyutu ortaya çıkıyor.
Daha önce de yazdım...
Avrupa sosyal demokratları kıta Avrupa’sında boydan boya krizde.
Sancılı geçen uzun tartışmalardan sonra, kaydettikleri kan kaybına rağmen Merkel’le son kertede bir kez daha koalisyona oturan Alman Sosyal Demokratları (SPD), İtalyan merkez solundan daha iyi durumda değil.
Eylül ayındaki seçimlerde yüzde 20.5 alan SPD de beri yandan, son kamuoyu yoklamalarında yüzde 16-17 sınırında seyrediyor.
Hollanda da sosyalistler geçen bahar yapılan seçimde keza 19 puanlık gerilemeyle yüzde 5’e düştü…
Komşu Yunanistan’da PASOK’un oyları ise 2009’dan bu yana 38 puan geriledi.

İsyanın oyu
İtalyan merkez solunun son yenilgisiyle Avrupa sosyal demokratlarının gözleri “Nedir üzerimizdeki bu lanet” sorusu ile şimdi Çizme’ye çevrildi.
Ünlü Fransız sosyalistlerinden (eski Dünya Ticaret Örgütü Başkanı) Pascal Lamy, “Sosyal demokrasiyi Avrupalılar icat etti ama” diye bir açıklama getiriyor:
Küreselleşmenin şartlarına uyum sağlayamadılar. Zenginler de fakirler de göçmenlerden nefret ediyor. Sosyal demokrasi vaktiyle sosyal ağları yarattı ve gelişmenin motoru oldu. Ama değişime artık yanıt veremiyor. Yaşadığımız küresel bir kimlik krizi.
Küreselleşmenin yarattığı gelecek korkusu, belirsizlik, umutsuzluk, nefret ve öfke oylarını son İtalya örneğinde gördüğümüz gibi popülist partiler topluyor. Sosyal demokrasi bir “gelecek projesi” adına umut aşılamayı başaramıyor.
Blair ve Schröder’den itibaren dümeni “3. Yol”a kıran ve “liberalleşmeyi” benimseyen sosyal demokratların yönetici elitleriyle, küresel politikalara terk edilen çalışanların arasında açılan mesafe ve büyüyen eşitsizlikler, 2008 krizinden sonra başgösteren fakirlik, bunlara eklemlenen göçmen korkusu, krizin anahtarlarını oluşturuyor.
Uzmanlar İtalya’daki tabloyu bu yüzden “çok geniş çaplı bir isyanın oyu” olarak adlandırıyor. Buradan devam.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları