Necmi Sönmez

Yazılı ve çizili imgelerin yaratıcısı

11 Mart 2018 Pazar

11 Mart 1927’de Çamlıca’da doğan Metin Eloğlu’nun doğum günü bugün. Sıra dışı bir şair, deneysel bir ressam olarak Eloğlu, yazılı ve çizgili imgenin orta noktasında adeta uçbeyi gibi dimdik duruyor. Onu bu denli sivri, kuşağının diğer sanatçılarından ayıran özelliği, hırçınlığı, sözcüklerindeki yabanıllığa, çizgilerindeki aykırılıkla yanıt vermesi mi? Uyumu, anlaşılabilir olmanın rahatlığını, kolayca alkışlanmanın avantajlarının elinin tersiyle iten Eloğlu yeni yeni kavramaya başladığımız bir yaratıcı. Toplu şiirlerini Mehmet Taner’in, kaleme aldığı yazılarını, öykülerini, kitaplarına girmeyen şiirlerini Turgay Anar’ın, resimlerini Samih Rifat’ın değerli çalışmalarıyla takip ettiğimiz Metin Eloğlu, 1951’de “Düdüklü Tencere” isimli kitabıyla sanat dünyasına adım atıyor.

1956’da ilk kişisel sergisini Ankara’da açan Eloğlu, Modern Türk Sanatı’nda üzerinde fazlaca düşünülmemiş olan şiir-resim yakınlaşmasının en önemli temsilcilerinden biri. Unutmamak gerekiyor ki, Tevfik Fikret’le başlayıp, Nâzım Hikmet’e, Arif Dino’ya, İlhan Berk’e, Oktay Rifat’a, Hulki Aktunç’a, Enis Batur’a Sami Baydar’a kadar uzanan çizgide şiir geleneğinin çivisini oynatan ozanlarımızın tamamı resim denizlerinde yüzen kişiler. Eloğlu ise, renklerin, çizgilerin, lekelerin dünyasından hışımla topladıklarını aynı çalımla sözcüklere dönüştürerek hiç beklenilmedik imgelere yelken açan bir kaptan kimliğine sahip. Şiirlerindeki olağanüstü içtenlik bırakalım sözcüklerine, cümlelerine, adeta virgüllerine, noktalama işaretlerine kadar sirayet etmiş bir “kurgu dünyasının” kapılarını aralıyor. Eloğlu’nun kurgu dünyasını tekil kılan, ancak resmin, çizginin soyutlayabileceği “duygu yoğunlaşmalarını” kişisel bir mitolojinin odağına oturtması. Genç şair İlker Şağuy’un kaleme aldığı “Metin Eloğlu Sözlüğü” (2015), ilk okunduğunda bir çırpınanlığı düşündüren şiirlerinde ozanın ince gözenekli bir dil dokusunu adeta ilmik ilmik dokuduğunu ortaya çıkarıyor. Henüz değeri yeterince anlaşılamamış olan Eloğlu resimlerine, desenlerine baktığınızda da, şiirlerindeki titizliğinin bu kez renklerle, formlarla kurgulandığını algılıyoruz ki, bu olağanüstü bir görme keyfinin kapılarını aralıyor. 11. Ekim 1985’te ışıklı yolculuğuna çıkan Eloğlu’nun arkasında bıraktıkları, aslında ülkemizde her dönem gündemi belirleyen politik oluşumların yok saydığı, boğmak, öldürmek istediği “özgürlük arayışının” en somut örnekleri. Bir genç adam düşünelim, solcu olduğu iddiasıyla daha on dokuz yaşında tutuklanıyor. Öğrencisi olduğu İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nden kaydı siliniyor. Ama kolay pes etmiyor bu genç, mücadelesini sürdürüyordu, şiirleri, yazıları, resimleri ve TİP üyeliğiyle. Genç Eloğlu, 1960 ve 1970’lerde yatağını kendisinin oyduğu bir imge dünyası geliştirip, beklenmedik söz dizimleriyle Türkçenin yerleşik kalıplarını kökünden sarsıyordu. “ayşemayşe” (1969), “Dizin” (1971), “Rüzgâr Ekmek” (1978) kitaplarıyla araştırmalarını taviz vermeden sürdüren Eloğlu’nun zorluklarla dolu bir yaşamı oldu. Aktöresi deneysellik, yaşama, koşullara karşı duruş olan Eloğlu’nun imgeleri gerçekliklerini günümüzde koruyorlar. Koruyama da devam edecekler.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları