Taksit Taksit Özgürlük

11 Mart 2018 Pazar

Silivri kapalısının duruşma salonlarından en büyüğünü, en genişini seçmişler Cumhuriyet davası için. Üç Cumhuriyetçinin yüzünü görmek istiyorsanız biraz çaba sarf edecek, en ön sıralara jandarma barikatının arkasına doğru imkânsız bir görüş açısı yakalamaya çalışacaksınız. Ama işte oradalar ve biraz sonra “iddia makamının”, -öyle deniyor- “tanıkları” konuşacaklar. Konuşuyorlar. Ne diyorlar peki? Hiçbir şey demiyorlar. Sanıkların, yani tutuklu tutuksuz bizlerin “terör örgütlerine yardım ettiğimiz” boş iddiasına tanıklık edemiyorlar.

***

Daha sonra savunmanın tanıklarına geliyor sıra. Cumhuriyetçilerin Cumhuriyetçi tanıkları, medya dünyasının duayen ismi Altan Öymen’dir, DİSK’in Başkanı Kani Beko’dur. Sözleri o büyük salonda yankılanıyor. “İddia makamının”, -sahi nerede o FETÖ’cülükten yargılanan, sürrealist iddianamenin müellifi savcı- post modern, “biz ne dediysek gerçek odur” sözleri tavandan zemine doğru eriyerek, çürüyerek dökülüyor. Heyet üyelerinden ikisinin, -bir üye hep muhalefet şerhi yazıyor çünkü- tutuklu üç arkadaşımızın esaretini uzatabilmek için bir “bahane” aradıkları anlaşılıyor.

***

Bu duruşmanın özelliği sondan bir önceki olmasıdır. Artık karar aşamasına geldik. Öyle anlaşılıyor ki, bir tür simge davaya dönüşen Cumhuriyet Gazetesi Davası’nda “müddeiler” birden çoktur; en aşağıdaki FETÖ sanığı savcıdan en yukarıya doğru sahipleri vardır. Ne yapacaklarını bilemiyorlar. Kanıtsız hüküm kurmanın zorluğu ile boğuşuyorlar. İlle de mahkûm edecekler ama hükümlerinin üst mahkemelerden, belki AYM’den ve nihayet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden döneceği gerçeği düşündürüyor olmalı onları.

***

Ne yapsınlar peki? Mahkeme Başkanı espriyi seviyor, tahliye kararlarını şen sözlerle duyuruyor, “Murat İstanbul Boğazı’nı görmek istiyormuş görsün”, “Ahmet’in annesi...” diye sürdürüyor esprisini. Böylece biz de Akın’ın salıverilmeyeceğini öğrenmiş oluyoruz. Akın bir hafta daha Silivri kapalısının zorunlu konuğudur. Heyetin espritüel başkanı da zaten “kaptanlar gemiyi en son terk eder” veciz sözüyle umudumuzu kırmayı başarıyor.

***

Peki öyle olsun. Uzadıkça uzayan, darbeciler için ilan edildiği söylenen Olağanüstü Hal’in açıklanmayan amacının “cumhuriyetçileri, solu, demokratları tasfiye etmek” olduğu ortaya çıkıyor. Biliyoruz; Kanlı darbe girişimi çok marifetli keskin bir İsviçre çakısı gibi işe yarayacaktır. Muhalif olmak zorlaşacak, özellikle tümü çoktan ele geçirilmiş, biat etmiş medyanın ne kaldıysa son kaleleri de susturulacaktır. Susmayanın başına ne gelebileceğini göstermek de boyunlarının borcudur öyleyse.

***

Cumhuriyetçiler susmuyor. Uydurma tanıklar işe yaramıyor; savunmaların her biri özgürlük manifestosuna dönüşüyor. Gazetecilik “suçuyla” ceza yasasının maddeleri arasında “illiyet rabıtası” kurmanın, kanıtlamanın imkânsız olduğunu biliyor savcılar, yargıçlar. O zaman ne yapacaksınız? Bilimde, kültürde, sosyal yaşamda foyası dökülmüş, “her şey her şeyle bağlıdır” post modern saçmalığına, yani “biz ne dersek o” zorbalığına sığınacak, olmadı tekrara, yalana dayalı algıyı hâkim kılmak politikasıyla son yıllarda pek çok “düşünmez”in hayranlığını kazanmış “post truth”a, gerçek ötesine başvuracaksınız.

***

Ama olmuyor işte, su kaynıyor ve buharlaşıyor sonunda. Ahmet’i ve Murat’ı alıp çıkıyoruz Silivri kapalısından. Akın’ı bir inat tutuyorlar. Onun özgürlüğü haftaya kalıyor. Sağlamdır, jandarmaların arasında ayağa kalkıyor ve “Beni merak etmeyin” diyor Akın.
Onu Silivri kapalısında bırakıyoruz. Bu taksitli davanın son taksitini almak, sonraya kalıyor artık.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları