Hikmet Çetinkaya

Akın’a mektup

13 Mart 2018 Salı

499 gündür tutuklusun. İki kış geçti.
Umutlarımızı hiç yitirmedik...
Seni çok özledim.
Odanın önünden geçiyorum.
Işıkları yanmıyor odanın.
Buruk bir sevinç var içimde. Sadece sen kaldın içeride.
Okuduğun yazıyı senin için yazıyorum.
Aydınlık günler olsun umutlarımız.
İçimizdeki çocuk hep diri kalsın ve hiç büyümesin.
Sevgiyle kucaklıyorum.

***

Bir sıkıntı büyüyor içinizde biliyorum; o sıkıntı yaşamdan alıp koparıyor sizi anlıyorum...
Akvaryumda o turuncu küçük balığı izlediğinizin farkındayım. O balığın yalnızlığını kendi iç evreninizde büyüttüğünüzü görüyorum...
Kuşku dalga dalga yayılıyor o anda...
Çevrenizde belki de bir eylül kokusu var...
Gözlerinizin büyüdüğünü, ellerinizin titrediğini sezebiliyorum...
Savaşı kendi düşlerimizde yok edebilir miyiz acaba? Sevgiyi çoğaltabilir miyiz, güneşi, havayı ve suyu çağırarak?
Bir kadın yaşamın gölgesinde sevdayı arıyor durmaksızın, bir adam kuşları salıveriyor kafeslerinden, bir çocuk kâğıttan kayıklarını sulara bırakıyor...
Yağmur mu yağıyor yoksa fırtına mı esiyor bilemiyoruz. Yorgun muyuz yoksa âşık mıyız anlayamıyoruz...
Ben durmadan gözlerine bakıyorum senin...
Mavi sabahlarda uyanmayı seviyorum, saçlarını okşamayı arzuluyorum...
Geceleri çok sıcak oluyor buralarda, uyuyamıyorum...
Ne trenler geçiyor istasyonlardan ne de beyaz gemiler yanaşıyor limanlara...
Sizleri düşündüğüm oluyor, özlediğim; güvercinleri uçurduğumuz sabahları da arıyorum...
Biliyorum, bizim buralarda yabancı bir adamla kadın ilk kez konuştular aylar sonra, ilk kez yan yana durdular.
Kadının gözleri ve saçları siyahtı...
Bir şeyler mırıldandılar ama hiç kitaplardan söz etmediler, tiyatroya, sinemaya gitmeyi düşünmediler...
Bir iki dakika konuştular ve ayrıldılar...
Akvaryumdaki o turuncu yalnız balık onlara hiç aldırış etmedi...
Bir ses duyuldu bir süre sonra, eski zamanları anımsatan...
Bir şiir okundu Şükran Kurdakul’dan, insanın içine tarçın kokuları dolduran:
“Bir hapislik korkusu, bir cesaret/ Bir seferberlik karanlığı, bir ışık/ Bir kitap, her yaprağında anıların kanı/ Bir şarkı alanlara sığmayan/ Bir heves denize çıkar gibi/ Bir sevda dar gelir damarlarına/ Bir resim, kendini arayanlardan biri/ Bir kuşku soranlardan sormayanlara/ Bir gerçek dünyaların gerçeği/ Bir kadın senin gibi/ Bir adam benim gibi.”

***

Bir kadın yaşanmamış hikâyeler anlatıyor sana...
Sen sürekli gözlerinin içine bakıyorsun o anda...
Gün doğdu doğacak, ay eylül...
Biricik sevincinden şarkı; söylerim erkek sesle aşktan; tam yılın sevişme zamanı...
O karartılar dimdik yükselen tepeye karşı; büyür büyür ya da hemen küçülüverirlerdi bazen...
Saçlı sakallı karartılar insanca ağlayan; ışık içinde dağa adım adım kayarlardı...
Ey gemiciler, ey üzgün kadınlar, can yoldaşlarım benim! Bari sizler beni hatırlayın! Sizler tutun ellerimden! Kurtarın tüm kadınları Apollinaire’nin yalnızlığından...
Bak yaprakları kararsız bir güz limanı; kalabalıkta el el yaprak savuruyordu; sevdanın hınzırlığı gözlerini vuruyordu...
Kaçıyordun hep sevişmelerden, kaçıyordun menekşelere aldırış etmeden...
Gözlerinde deniz, gözlerinde gemi...
Gözlerinde çırılçıplak çocuklar...
Bilmem tanır mıydın Cahit Irgat’ı?
Rüzgâr esiyor rüzgâr, meltemdir, güzel dünya üzerinde matemdir...
O akvaryumda turuncu renkli balık dolaşıyor serseri gibi...
Kalbinizin üç köşesi yangın yeri, perişan; isyan değil arzudur şimşek şimşek parlayan...

***

Gözlerinizi kapattığınızda akşamüstü yağmurları başlıyor...
Ellerimi arıyor bir kadın dalgınlığın gurbetinde...
Canevinde aydınlanmış gözleri var onun; sokaklarda koşturan çocukların tutkusu var...
Varlığımın yetişemeyeceği gelecek zamanlarda düşlerim karşıma çıkıyor birden...
Ben onunla konuşuyorum, ayaküstü sadece bir iki dakika...
Sonra başımı alıp gitmeliyim çok uzaklara...
Bir mektup yazmalıyım Behçet Necatigil’e inat, bir şarkı söylemeliyim Pablo Neruda’yı kıskandıran...
Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda...
Acılar unutulduktan sonra dönmeliyim...
Biliyorum sevgileri yarınlara bıraktınız, aynalara meraklı çocuklar gibi saçına sakalına hayran kaldınız...
Biliyorum siz geniş zamanlar umuyordunuz; çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek; siz yarım kalmış masallarda aşkı arıyordunuz...
Akvaryumdaki turuncu renkli o küçük balığın üç siyah çizgisi vardı sırtında, hiç gördünüz mü?
Sizin gizli bahçenizde açan çiçekleriniz vardı, gecelerde ve yalnız...
Bilmiyorum siz hiç sevdayı yakaladınız mı; hiç vaktiniz oldu mu âşık olmaya?
Siz hiç ağladınız mı?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları