Kim Karışır Patrona

23 Mart 2018 Cuma

Medyada mutlak egemenlik nasıl bir şeydir, artık biliyoruz. Gazeteleri ortak bir havuzda, hem maddi, hem “haber-yorum” açısından tekleştirirsiniz; TV kanallarını astığı astık kestiği kestik bir kurulun, RTÜK’ün insafına bırakırsınız. Bu insafın, iktidarın insafı ile belirlendiğini söylemeye gerek var mı; kolu uzun olacak, hızla yasalaştırılmış yasalarla internet âlemine de uzanacaktır.

***

Artık işte bir iki küçük tirajlı, başı “yargı”yla, pek keyifli “keyfi iddianamelerle” dertte gazete ile ışığı her an sönebilecek bir iki TV kanalından başka nefes alma olanağı kalmamıştır. Türkiye’de, bir manifestoyu, bir nutku çağrıştırır diye söylüyorum “ahval ve şerait” böyledir. Ne oldu da bir patronun malını mülkünü bir başka patrona satmasını mesele yapıyoruz?
Kıyamet mi koptu?

***

Aslında evet, koptu. İnsanların haber alma hakkı, patronlara bağlı kaldıkça da sık sık kopacaktır. Çünkü medya mülkünün sahipleri daha çok kazanmak için politikacıların yanında, yöresinde, uçağında, sofrasında bulunmak zorundadırlar. Mülk sahibi ile politika arasındaki ilişki, kimi zaman “kim kimin hizmetinde” sorusuna yanıltıcı yanıtlar verilmesine yol açar, açmasın; işte politikanın “üstünlüğü”, her anlamda mülkün yani üretim araçlarının sahibi sınıflara tabiiyeti esasına dayanır.

***

İşte iktidar, ömrüyle sınırlı “mutlak” egemenliğini ilan ettiği gün, medyanın yani halkın haber alma hakkının başıboşluğuna dayanamaz, telaşlanır. Her türlü önleme karşın tehlikeli olmaya başlamış bir seçim maratonu da ufuktaysa, hele bir de iktidarı yitirme ihtimali varsa, ne yapsın? Zaten susturmak da antikçağlardan bu yana iktidarların kendilerini alamadıkları bir ego, bir haz, bir “hak” olagelmedi mi?

***

Halkı ikna etmenin en temel yolu o çağlardan bu yana değişmedi. O zamanları anlatan kitaplara, örneğin “Antik Yunan Dünyasında Sınıf Mücadelesi” adlı olağanüstü esere (G.E.M. de Ste. Croix - Yordam Kitap) bir göz atın. Özellikle konumuzu yakından ilgilendiren “sınıf mücadelesinin ideolojik düzlemini” ele alan satırlara bir bakın; o zamanlardan bu zamanlara aynı kalarak kendini geliştirmiş ne hikmetler var göreceksiniz.

***

Diyor ki bir eski köle, kitabın 517. sayfasında “kölenizi... aç ve korkmuş halde tutun. O zaman efendisinin zincirini ... takip edecektir; fakat onu iyi besler ve giydirir, makul ölçülerde çalıştırır, fiziksel konforla çevrelerseniz, özgürlük rüyaları içeri sızar. Ona kötü bir efendi verdiğinizde iyi bir efendi ister; ona iyi bir efendi verirseniz kendisi efendi olmak ister.”

***

Bu antikçağ meseline “ne alaka” dediyseniz, köle yerine kendimizi koymayı ve reddetmeyi teklif ediyorum. O zamanlar küçük sitelerde köleler, yurttaşlar ve efendiler bir arada, yaşıyor ve “yaşıyor”lardı. Kimlerin yaşamını tırnak içine aldığımı da, ansızın geliveren yüklü zamları, doların kıtalararası bir füzeye özendiğini duyduğunuz için merak etmiyorsunuzdur diye düşünüyor, merak etmiyorum.

***

Korkmayın artık, yakında hiçbir şey duymayacak, yalnızca efendilerin işine gelen “haberleri” işitecek, o eski kitapta yazdığı gibi, sınıf mücadelesinin daha özgün biçimleriyle mutlu olacaksınız. “Bu sofistike süreç, hâkim sınıflar(ın), kişileri mazlum konumlarını itiraz etmeden kabul etmeye, hatta mümkünse bundan keyif almaya ikna etme çabalarından oluşur.”

***

Çok uzattık, ne olmuş; bir medya ve başka şeyler patronu, iktidar baskısından bunalmış, birçok demokrata olanak sağlamış olsa bile nihayet pes etmiş, tüm medyasını yine telefonlarda hep ağlayan bir başka medya patronuna satmış.
Satar, bize ne bundan. Kendi işimize bakalım, patronsuz medya olur mu olmaz mı, olursa, varsa, hâlâ dayanıyorsa, daha nasıl dayanır, nasıl korunur, kollanır ona kafa yoralım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları