Şairler de Ölür

04 Nisan 2018 Çarşamba

Vali Konağı’nın hemen üstünde, biraz yokuşta, “de” derler bir yayınevi vardı. Beyaz kapaklı adına “Yeni Dergi” derler bir dergi çıkarır, insandan şiir, hikâyeden zaman, yazarlardan uzay yapardı. “Nâzım’ın oğlunun” derlerdi. Kapıda durup girip çıkanlara baksan, Türkiye’nin neredeyse hepsi mi buradan geçiyor dersin de, işte eskilerden usulca yaşayan birkaç kişi, sonra şairler, üç beş de kendini bilmez heveskâr benim gibi, biraz çevirdikleriyle mağrur kitap kurdu işte hepsi bu. Bir de uzun bir adam.
Çok üzgünüm, şairler de ölür, işte o öldü.

***

O uzun adam belirirdi kapıda. Boynunu öne doğru eğmiş bir virgül. Kim ki bu virgüle benzeyen adam? Ona ne deseler yakışır, “çocuksu şair” diyen var, “sözcüklerin, basit değil yalın şiirin ustası” diyorlar, “ikinci mi ne onun adamı”ymış, sanki kaçakçının mafyanın dostu. Bruegel hayranı bir deli aslında, oturmuş memleketi yazıyor, “ayaklarının ucundan başlatıyor gökyüzünü”, “köpeklerin bakışlarında birer keman tadı” buluyor.
Çok üzgünüm, işte o öldü

***

Hayran şu resimlere her şeyi, sanki hayatı sığdıran adama, giriyor koca kapıdan çıkıyor merdivenleri, kapıdan içeri adım atmasıyla kendisi gibi bir koca adamdan koca bir ses çıkıyor, “Hoş geldin Ülkü” diye, işte Nâzım’ın oğlundan. Gelense o olmalı, aklımda öyle kalmış “içime çektiğim hava değil gökyüzüdür” diyor, doğruluyor, uzun bir çizgiye dönüşüyor şimdi virgüle benzeyen adam.
Üzgünüm, çok üzgünüm, işte o öldü.

***

Şairler de ölür ne var bunda denilmez, onunla birlikte virgül de sansar da silgi de öldü. Şiir nedir diye soranlara en güzel cevabı usulcacık veren oydu. Sor nedir şiir diye, “şiir gecenin kardeşidir gündüzün annesi, yürekteki büyükbabadır şiir” derdi; sor şiir nedir diye, “Şiir ölümün gölgesidir, yaşamanın örtüsü / Çocuğun savunmasıdır şiir” derdi. O girerdi benim şiire aç kapılarımdan, coşkunun, hüznün, neşenin birbirine karıştığı zamanlardı o zamanlar.
Çok üzgünüm, işte o öldü.

***

Dünyanın en zengin, yani en güzel gülen adamıydı kimse bilmez. Arada bir uğrardı gazeteye. Yazılar tam zamanında gelirdi, hoyrattı o zamanlar hayat, git Turgutreis’in sakin kıyısına, anlat ne olacak büyüyünce virgül, “Çiftçinin oğlu büyüyünce çiftçi olur / Virgül sanırım şair olur / Neden derseniz, hep havada biter şiirleri / Sanki direğin tepesindeki elektrikçi / Düşerken havada durmuş biraz / Şöyle bir çevresine bakınmış gibi”. Şöyle bir çevresine baktı da usulca gitti işte.
Çok üzgünüm, işte o öldü.

***

Çok üzgünüm, biliyorum dünya kadar insan üzgün, Yeditepe’den, Papirüs’ten kim kaldıysa, kalanlar üzgün, gittikçe azalıyoruz diye yakınıyoruz hep birlikte; kapıları kapatıyorlar çünkü diye bir telaş bizde. Kapatıyorlar, şair büyümesin, yazı körelsin, bir daha Akdeniz olmasın mevsim diye; içerdekiler de koyu karanlığın içinde iyice kararsın. İçimde belli belirsiz bir soru, şairler ölüyor, bundan mı, bunun için mi yürekleri duruyor, bunun için mi “yeter” diyorlar hayata?
İşte bak o da öldü.

***

Çok üzgünüm, gazeteye geldiğiniz zamanlar daha az gördüğüm için sizi, ama işte sessizce geliyor, sessizce gidiyordunuz, hoyrat zamanlardı, Brugel’in o resmi geliyor aklıma ne güzel resmettiğiniz, “Çantalı okullular kar tanelerini avlar / Norveç’in nüfusunu bilir de okullular / Karın nüfusunu bilmezler nedense / Zaten her zaman hüzün bulunur biraz / Norveç’den söz açan şiirlerde.”
Hep hüzün olacak şimdi de sebepli sebepsiz sizden söz eden yazılarda, hüzünle aktardınız çünkü siz kimilerinin neşeli bulduğu gerçeği. Yoksul muyuz, yoksuluz, alacakaranlıkta mıyız, alacakaranlıktayız. Hoyratlık daha da alıp gidecek başını. Üzgünüm çok üzgünüm... İşte siz de öldünüz...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları