Hikmet Çetinkaya

Gecikmiş sevda...

05 Nisan 2018 Perşembe

Tan ağartısı gibi ak ve lekesiz bedeninden, kızıl lal taşı dudağında yükselen bir sevda bulutu muydu?
Tudor Arghezi, o tutkunun çemberinde “kurban edilmiş bir akşamdan sabaha” bakarken yüreğini saran bir sarhoşlukla sesleniyordu:
“Ah sevgilim, ah merhametsizim benim!..”
Fırtınalarda sürüklenip giden bir aşk, tüm acıları da beraberinde taşıyordu...
Soluk alıp vermeler duyuluyordu gecenin bir vaktinde...
Bir kadın ağlıyor, bir erkek denize taş atıyordu...
Siyah saçlı, kara gözlü bir kadın, o sarışın, mavi gözlü kızı kıskanıyordu...
Biri ötekine caka satıyordu...
Diyordu ki:
“Tutkulu, ateşli ve çekici olur kadın...”
Öteki gülümsüyordu...
O kıyıcı kırmızı dudaklarında imbat esiyordu...
Tan ağartısı kadar ak ve lekesiz bir bedende buluşmalar sona eriyordu...
Galiba aşkın kanatlanışı ve uçuşu başlıyordu farkında olmadan...
Belki de zaman uğursuzdu...
Esinti kesilince sabah mı oluyordu?
Bir el dokunuyordu omzuna...
Sonra gözlerini yumuyor, sonra Felix Arvers’e bakıp konuşuyordu:
“Kalbim sırrı buldu, manalandı hayatım. / Ölmez bir aşk aniden kapladı benliğimi: / Ümitsiz acı çektim ve herkesten sakladım, / O bile kendisini bilmedi sevdiğimi.”

***

Kurban edilmiş bir akşamdan sabaha bakarken, kızıl lal taşı dudağında, ak ve lekesiz bedeninde sevişmeye hazır bir tutku mu vardı?
Efrain Huerta’nın yıldızsız gecesinde evrenimizi kaplayan aşkın duyarlığı, kanatları kesilmiş bir kuş gibi çırpınıyordu.
Güçlü bir kayıtsızlığı vardı sevdanın yüreklerimizde. O anda Ted Hughes’in zorlu yıldızları yüzdü göz yerine yüzümde.
Sen uyumuştun, ben ise uyanık...
Ayın dolu elleri yıkıntı saçarak sana uzandı. Başım sevgiden yorulmuştu o anda. Ama sen ne ölüyordun ne de geri dönüyordun.
Birbirimizi sevmiyorduk, sevmemiştik de...
Tutkuyla gelmiştik, tutkuyla gidiyorduk. Alacakaranlığın sesinde yürüyorduk. Çılgınlığın yüreğinde sadece bakışıyorduk.
Bak anımsa yalanın perisini Francis Jammes’in; kaçışını düşün Eleonore’un; Octavio Paz’ın çaresizliğini şarkılara taşı...
Haykır, tüm evren dinlesin sesini:
“Bir tanrıdır sevda, çılgın ve karanlık / Canlı bir tanrı, adsız ve sözcüklerden arınık, / geçirir o karanlık sessizliği şarkılarla, / çaresiz dilime çığlık çığlığa / battal evrene bir alev demetiyle, / ateş gömülü sinesinden bir yandan öbürüne, / kanmak bilmez, sırrına erilmez, zulmünden kaçılmaz.”
Sonra yık sevdasız geçen ömürleri...
Kanını kuşatan tutkulu ateşle ve kulaklarını patlatan fırtınayla yaşa...
Bir boşvermişlikle bak evrene, seril bu köpük basmış kıyıya...
Gözlerini yum, yaşanmış öykülerde bul kendini...
Sana çiçekler getireceğim umudumu kırma, beni yalvartma. Seni acılardan arındıracağım, geçmişini hiç karıştırmayacağım sakın ağlama...
Göster bana kendini John Donne’nin kadını, utanma, sıkılma. Diken diken eden saçımızı korkudan o acınası halime bakma...
Mevsimler değişiyor farkında mısın?
Yürürken ayakların yere basmıyor, tüm kapılar açık kalıyor üşüyorsun. Gülmüyorsun, üstelik ağlamıyorsun gece çiçeğim...
Bilir misin, yalnızlık hiç yakışmıyor sana. Bir sevgili bul canı sıkılmış bir odada onu soy çırılçıplak...
Köklerini ara gökyüzünde tan ağartısı gibi ak ve lekesiz bedenini düşün...
Sar erkeğini kollarınla!..

***

Kurban edilmiş bir akşamda sabaha doğru sürüklen ama kimse görmesin...
Hoş geldin, sefalar getirdin, benim sevgili menekşem... Senin adın Christine de Pisan...
Gördün mü nasıl da kandırdım seni! Oysa sen gecikmiş bir sevdaydın kızaran nar gibi ağacın dalların da. Haydi oku beni. Gülümse bana Sandor Petöfi’nin âşık kadınları gibi...
Haydi gülümse ey mutluluğumun yabancısı, haydi oku beni. Gülümse uykularımın vefakâr bekçisi...
Fırtınalarda sürüklenip geldim sevdanın kapısına, fırtınalarda yaşadım aşkın acısını...
Haydi gülümse, haydi sar kollarınla beni...
Haydi gülümse bahçedeki çıplak ağaç, havada uçan kuş; haydi gülümse gökyüzü, yıldızlar; haydi gülümse çocuğum, çocuklarım; haydi gülümse zindanlarda çoğalan özgürlük çiçekleri; haydi gülümse umudun rüzgârı!
Yüreğimde, yüreğinde hançer yarası...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları