Bekleme muhalefeti ve gelmeyen sonuç

06 Nisan 2018 Cuma

Bu haftanın ekonomi gündeminde, dövizdeki tırmanış direnci, hazırlandığı söylenen seçim paketi ve kabine revizyonu vardı. Dış politika gündemi ise, Batı merkezlerinden “endişe” açıklamalarına neden olan Türkiye, Rusya, İran üçlü zirvesi ve ABD’nin Suriye’de ne yapacağı etrafındaki tartışmalarla kuruldu. Siyaset gündemi de, Hatay’a yapılan pop çıkartma ile “Tipitip” ve “Gargamel” benzetmeleri arasında hayli gevşedi. Gözaltılar, tutuklamalar, hak ihlalleri ile kurulu yargı cephesinde de bilinen rutin sürerken OHAL’in devam müjdesi de geldi.
Çok da kısa olmayan bir süredir, Türkiye baş döndürücü bir gündem üretiyor. Herhangi bir ülkede bir-iki yılda yaşanacaklar bazen bir haftaya sığıyor. Sürekli hareketlilikten herkes yorgun düşüyor; normal hal büyük bir durgunluk gibi algılanabiliyor. Fakat, bu aşırı hareketlilik biraz poyraz çırpıntısı gibi, gürültüsü fazla sonucu az. Bu hareketliliğe uygun önemli değişimlerden, değişim işaretlerinden bahsedilmiyor. Ekonomi ve dış politika gibi temel gündem alanlarının defalarca tekrarlanan başlıkları, lunapark oyuncakları gibi bir yere gitmeden sadece baş döndürüyor.
Mesela ekonomi başlığında, neredeyse beş yıldır Erdoğan ile “birileri” arasında gidip gelen bir “faiz” tartışması sürüyor. Yine aynı sürede, algı operasyonu denilerek “alanın elinin yanacağı” iddia edilen döviz iki katına çıkıyor. Ciddi yapısal bozulmalar artık saklanamaz hale gelirken rekor büyüme açıklanıyor. Ama çok haklı olarak “böyle gitmez” denilen ekonomi bir şekilde “idare ediliyor”. Güven kalmayınca, özgürlük daralınca korkacağı söylenenlerin iştahı hiç düşmüyor. Önümüzdeki günlerde de, seçime kadar idare edecek yeni bir paket devreye girecek, belki kontrol biraz daha Beştepe’ye çekilecek, aynı meseleler aynı başlıklarla konuşulmaya devam edilecek.
Dış politika alanında da durum farklı değil. Yine neredeyse beş yıldır, Türkiye’nin sürdürülemez bir dış politikada ısrarcı olduğu, ciddi krizlerin içine sürüklendiği yolundaki çok haklı değerlendirmelere rağmen, “durumu idare edebildiği”, hatta geçici de olsa avantajlar üretebildiği görülüyor. Yani “iflas açıklamış” işletmeden bile kâr edilebiliyor; ödenecek bir siyasi maliyet çıkmıyor veya ertelenebiliyor. Kaydırmayı gerektirmeyecek oynaklıkta bir dış politika ekseni kendini tekrar edip duruyor. Büyük sembolik anlamlar yüklenen, politika değişikliklerine gerekçe gösterilen Zarrab davası gibi vakaları bile kısa bir sürede hatırlayan kalmıyor.
Hayli uzun bir süredir, güncel gerekçeleri değişse de neredeyse aynı biçimde ifade edilebilen sorun öbekleri, kriz riskleri ve “böyle gitmez” değerlendirmeleri olduğu yerde duruyor. Bunların geçerliliği ve haklılığıyla ilgili bir tartışma açmak gereksiz ama politik alanda “değiştirici bir etki” yaratmadıkları da ortada. “Neden böyle” sorusunun farklı açılardan çeşitli cevapları var ve zaten böyle karmaşık bir meselenin tek bir cevabı olması imkânsız. Ancak, çok önemli cevaplardan biri, sorun öbeklerinin ve oluşan risklerin siyaset alanına taşınma araçları ve yöntemleriyle ilgili.
Cumhurbaşkanı’nın Merkez Bankası’nı arkasından iş çevirmekle, ekonomi bakanını kendisine karşı “affedilmez yanlış yapmakla” suçladığı bir zemin hakikaten “sürdürülebilir” olmamalı ama sürdürülecek. Yüksek cari açık, enflasyon ve dövize rağmen seçim teşvikleri yürürlüğe konacak. Askeri ve ekonomik olarak büyük ölçüde bağımlı olunan batı dünyasıyla tehlikeli gerilim hayırlı sonuçlar vaat etmemesine rağmen, “zorlama” sürecek. “Çatlansa da patlansa” da kutuplaştırma, kışkırtma devam edecek. Ve bu kriz potansiyelleri siyaset gündemine taşınmadıkça, taşımanın ve tartışmanın yolu bulunmadıkça, sadece söyleyip beklendikçe kendiliğinden bir sonuç üretmeyecek. Veya o “sonuç” ortaya çıktığında, kriz patladığında artık tartışmaya değer fazla bir şey kalmamış olacak.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eyvallah 10 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları