Yeni siyaset gündemi kurmak

09 Nisan 2018 Pazartesi

Cuma günü “Bekleme Siyaseti ve Gelmeyen Sonuç” başlıklı yazıda, “Bu kriz potansiyelleri siyaset gündemine taşınmadıkça, taşımanın ve tartışmanın yolu bulunmadıkça, sadece söyleyip beklendikçe kendiliğinden bir sonuç üretmeyecek. Veya o sonuç ortaya çıktığında, kriz patladığında artık tartışmaya değer fazla bir şey kalmamış olacak” diye yazmıştım. Bazı okuyucular haklı olarak durum tespitinden fazlasını, “siyasete taşımanın” yöntem ve araçlarını konuşmak gerektiğini söylediler. Galiba, bir yerlerde veya birilerinin elinde formüller olduğunu düşünmeden sorunları konuşmaya başlamak, yöntem ve araç üretmenin de ilk adımı. Konuşmaya başlamak için bazı soru önerileri ve cevap denemeleri:

“Daha mı iyi oldu” sorusuyla siyasi bedel arasında nasıl bir ilişki var?

Mahfi Eğilmez, cumartesi günü sosyal medya hesabından çok çarpıcı bir fotoğraf paylaştı ve altına şöyle yazdı: “Eski Taksim, yeni Taksim; başka da bir diyeceğim yoktur.” Yemyeşil bir park ile beton denizi üzerinde saksılara konmuş laleler arasındaki fark, başka söze gerek bırakmayacak kadar çarpıcı. Üstelik, “eskisi çok mu iyiydi” dedirtmeyecek kadar net bir resim. Siyasi bedel de, her alanda bu netlikte resimlerle somutlaştırılabilir. İktidar, 2019 seçimlerini, fiilen uygulanmaya başlamış yeni yönetim rejiminin onayı gibi kurguluyor. Tıpkı, KHK ile uygulanmaya başlamış düzenlemelerin Meclis’ten geçirilerek yasalaşması gibi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın istediği olağanüstü yetkilerin Türkiye’yi daha iyi yaptığına, yapacağına ilişkin inanç ise 16 Nisan’ın bile gerisine düşmüş durumda. “Daha iyi mi oldu” sorusuna cevap oluşturacak her türlü resim, önemli bir muhalefet aracına dönüşebilir?

Herkes mi ya da herkesi suçlayan mı daha büyük sorun kaynağı?

Geçen hafta Ali Sirmen Cumhuriyet’teki yazısında “Şu sırada toplumsal yaşamımızda en fazla ihtiyaç duyulan ‘kimse vatan haini değil’ kampanyasıdır” yazdı. Gerçekten de, ülkenin neredeyse yarısının çeşitli suçlarla itham edilebildiği, hedef gösterildiği bir zeminde, savunma yapmak veya suçlamaları terse çevirmek değil, bu suçlamaları “yok hükmünde” görmek daha anlamlı. Her kesimden milyonlarca insanı çeşitli düzeylerde ve farklı konularda sorun kaynağı olarak gösteren, hatta “memnun olmayanları” ülkeden gönderme teklifi yapanların, bu halleriyle bizzat önemli bir sorun haline geldiğini anlatmak, verdikleri icraat desteğiyle çok da zor olmasa gerek. Tıpkı, on binlerce hakaret davası açarak, dünyanın en çok “hakaret edilen” lideri olma rekoru kırılmasındaki örtülü itirafta olduğu gibi.

Kayıp-kazanç, kazanan-kaybeden tarifleri değiştirilebilir mi?

KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır, “TÜSES-2019’a Doğru Stratejik Değerlendirmeler” sunumunda, “Türkiye’de yüzde 45 dilimlik oy geçişkenliği var. Bu yüzde 45’in bir partisi yok” diyor ve bu kesime umut verebilecek olanların büyük avantaj sağlayacağını ekliyor. Bu tespitlerden yola çıkarsak; yıllardır siyasi tablonun değişmemesinin, bu kesimin “kazanç-kayıp” algısını kimin yönettiğine bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Siyasi tabloyu “sabit tutan”, mevcut iktidar kazandığında kazandığına, kaybettiğinde kaybedeceğine inandırılmış olanlar. Muhalefetin zaten kayba uğrayacağını düşünenlerin kayıplarını göstermeye yoğunlaşması bu illüzyonun devamını sağlıyor. Oysa kazandıklarını sananların kayıpları diğerlerinden hiç de az değil ve bunu görünür kılmak da - önyargıları kırmak kadar - zor değil.

Sonuç ve varılacak hedefin tarifini baştan yapmak ne kadar önemli?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, seçim sürecindeki birlikteliklerin seçim sonrasında da devam etmesi, sonraya ilişkin somut hedeflerin şimdiden tartışılması gerektiğini söyledi. İktidarın seçimi bir müsabakaya çevirmeye çalışan yaklaşımdan uzaklaşılması umut verici. Ancak, mevcut aritmetiğin anayasal bir revizyon planına izin vermemesi de kuvvetli bir olasılık. Bu da, sonucu değil süreci daha önemli yapıyor. İktidar, 2019’u iktidarın belirleneceği seçim yılı olarak konumlandırıyor; 16 Nisan’la gelen yeni düzeni tamamen tartışma dışında tutmaya, hatta kendi “güçlü Türkiye” sloganını bile unutturmaya çalışıyor. Dolayısıyla, yaşanmakta olan bütün sorunların ve gelecek kriz potansiyellerinin fiilen uygulanmakta olan yönetim tarzıyla neden-sonuç ilişkisini kurmak ve tartışmaya açmak muhalefete düşüyor.

Siyaset gündemini aktör odaklı olmaktan çıkarmak mümkün mü?

Yaşanan ve gelmekte olan sorunların siyaset gündemine aktarılması, aktör tartışmasının yarattığı yoğun baskıyla karşılaşıyor. Kimlik siyasetini ve kutuplaştırmayı da mümkün kılan bu zemin, “kim” sorusu etrafında şekilleniyor. Ancak, “Nasıl iktidar olunur?” yerine, “Ne yapmak için?” veya “Neyi yanlış yapıyor?” yerine “Neden yapıyor” sorularına cevap, siyaseti derinleştirebilir. Gezi eylemleri, HES mücadeleleri, Yüksel Caddesi direnişi, Adalet Yürüyüşü; küçüklü büyüklü “alandan” kurulan, sözünü yükselten bu hareketler, bütün medya engellerine, karalama kampanyalarına ve baskılara rağmen sonuç üretebiliyor. İnsanların gördükleri, hissettikleri, sezdiklerini ötelemelerine izin vermeyen, manipülasyonlara karşı daha korunaklı, sorun odaklı siyaset, gündemi yeniden kurabiliyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eyvallah 10 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları