Hikmet Çetinkaya

Gezgin bir bulut...

12 Nisan 2018 Perşembe

Yves Montand söylüyordu:
“Le Chant des Partisans”
Odanın içi darmadağınıktı. Televizyonu açtı, son haberleri dinledi. Polisin bir örgüt evini bastığını öğrendi...
Canı sıkılıyordu, kararsızdı...
Sevdiği erkek çekip gitmişti...
İçini bir hüzün kasırgası kapladı. O anda dışarıya çıkıp sokaklarda delice dolaşmak istiyordu...
Bir sigara yaktı, bardağındaki içkisini yeniledi... O anda aklına Özdemir Asaf’ın bir şiiri takıldı:
“Benim söylemek için çırpındığım gecelerde, siz yoktunuz”
Gümüş çerçeveli fotoğrafı eline alıp uzun uzun baktı...
Kendi kendine konuşmaya başladı:
“Gözlerin üşümüş, kirpiklerin titriyor. Telaş içindesin ve her zamanki gibi konuşmuyorsun.”
Paul Nizan’ın Fesat’ını okuyup bitirmişti. Kendi yaşamından kesitler toplamıştı kitapta. Acıları, sevdaları, kaçışları yıllar ötesinden bugüne taşımıştı...
Ihlamur ağacının altında ilk buluşmaları, devrimciliğin en temel ilkelerinin ne olduğunu bilmeden girdiği eylemleri anımsamıştı...
Aynaya baktı... Saçları kırlaşmaya başlamıştı...
Ama güzel olduğuna bir kez daha inandı...
Fesat, masanın üzerinde duruyordu. Kitabın arka kapağına göz attı...
Şöyle yazıyordu:
“Her kuşağın gençleri yaşlanıyor bir gün, ama gençlik hiçbir zaman yaşlanmıyor... Babalar ve oğullar, anneler ve kızlar birbirlerini pek beğenmeseler de taraflar kendilerinin ve herkesin gençliğini yaşamıştır...”
Bir an durdu...
Sigarasını çekiştirdi, içkisini yudumladı...
Yenik düştüğü sevdaları, yarım kalan sevişmeleri düşündü...
Bir avuç hüznü, bir damla gözyaşını çok gördükleri yılların içinden toplamaya çalıştı...
Yves Montand susmuştu...
Derin bir gece gezgin bir rûzgârla sarsılmıştı. Bilinmeyen bir kişi onu gür sesiyle çıldırtmıştı:
“Sevmeyi unutmuşuz kardeşler
yalan her şey gibi
aşklarınız da.”

***

İlk gözaltına alındığı günü düşündü...
Kızılay’da bir gösteri sonrası, tam otobüse bineceği sırada koluna giren iki sivil polisi anımsadı...
O gece gözaltında Le Chant des Partisans’ı mırıldanmıştı...
Yine içinde hüzün kasırgası onu çepeçevre kuşattı, aşılması güç denizlerin derinliğine bıraktı...
Paris’te yaşadığı yılları, Paul Nizan’ın Fesat’ında buldu. Champs Elysees’den gelen göstericilerle kucaklaştı. Claude- Bernard Sokağı’nın evlerinde geceye hazırlanan kadınları ve erkekleri düşündü...
Fesat’ı bir solukta okudu. Orada devrimi kendi kişisel bunalımlarının gerekçesi yapan delikanlıların 30 yıl sonra gerçek yüzünü gördü...
O devrim evliliği yaptığında 15, evlendiğinde 16 yaşındaydı...
Gece sessizdi, aç martıların çığlıkları duyulmuyordu...
Canı sıkılıyordu, kararsızdı. Sevdiği erkek çekip gitmişti...
İçini bir hüzün kasırgası kapladı...
Bir süre pencereden dışarıya baktı, Karadeniz’e açılan tankerlerin ışıklarıyla avundu...
Efraim Huerta’nın alacakaranlığın seslerinde kendini aradı:
“Anıların bir iğne batışıdır dudaklarıma, / hayatının masallarını kurdum bugün / bir elmanın ince kabuğunda / Bu ara hep tedirginim, / bir pencerenin açılışını bekliyorum şimdi / arkandan gideyim / ya da parçalanayım diye üzgün kaldırımlarda. / Ama öylesine bir ses gelirki dağlardan / acıdır uyumak, anmak ölümdür seni”

***

Tıpkı fotoğraftaki adam gibi gözleri üşümüş, kirpikleri titriyordu kadının...
O hiç konuşmuyor, susuyordu...
Gece derindi ve sessizdi...
Kendi gençliğinden devşirdiği sevdalarla, hüzünlerle oyalanıyordu tek başına...
Erkek niye çekip gitmişti, niçin ona “Seni artık sevmiyorum” dememişti?
Şairin dediği gibi çatlamış bir testi, çatlamış bir yürek ona sesleniyordu:
“Yağmuru ve kitapları al yanına, bir de yüreğini sadece...”
İçinden trenler geçen şehirde fabrika düdükleri, çan sesleri çoğalıyordu.
Bir sigara daha yaktı...
Bir sokak fenerine bakıp gezgin bir bulutu düşündü...
Yves Montand’ı dinlemeye başladı...
Dedi ki:
“Her kuşağın gençleri yaşlanıyor bir gün, ama gençlik hiç yaşlanmıyor...”
Yıllar öncesinin elleri kelepçeli bir güz akşamında kendi gençliğiyle buluştu...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları