Yoksa onlar hayal miydi?

17 Nisan 2018 Salı

Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi, geçen cuma, aralarında eski Genelkurmay Başkanı, eski Genelkurmay 2. Başkanı ve birçok emekli orgeneralin de bulunduğu 21 kişi hakkında “darbeye teşebbüs” suçundan ömür boyu hapis cezasına hükmetti.
Karar o gün ekranlarda birinci haber, gazetelerde manşet oldu. Sonrasında, sanki böyle bir olay olmamışçasına görmezden gelindi.
Oysa dava, mahkûm olan kişilerin konumları ve sonunda çıkan karar açısından dünya çapında önemli bir ilkti.
Mahkemenin gerekçeli kararı açıklanmadığına göre kesin bir görüş ileri sürmek doğru değil.
Ama yine de daha şimdiden üzerinde durulması elzem çok önemli sorular var.
Ömür boyu hapis cezasına çarpıtırılanların hepsi kaynağını anayasadan alan bir yetkiyi kullanmışlar, bir devlet kurumunun, yine kaynağını anayasadan alan yetkisine dayanan kararlarını uygulamışlardı.

***

Anayasanın “Egemenlik” başlığını taşıyan
6. maddesinin ikinci fıkrası: “Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz” der.
Bu maddedeki ifadeden açıkça anlaşılacağı üzere, hiçbir kimse kaynağını anayasadan alan bir devlet yetkisini kullandığı için suçlanamaz. Kaynağını anayasadan alan bir yetkinin kullanılması veya böyle bir organın kararının yerine getirilmesi suç oluşturamaz.
Daha gerekçeli kararı görmeden önce, genel olarak söylenebilecek olan husus şudur:
28 Şubat davasına konu olan eylemler, anayasanın 118. maddesinde öngörülen ve yetkileri de belirlenen Milli Güvenlik Kurulu’nda usulüne ve anayasaya uygun olarak alınan kararlar doğrultusunda eylemlerdir.
Bu durumda bunların suç olmaları mümkün değildir.
Devletin organlarının kararlarının uygulanmasını suç sayan kanunlar olamayacağına göre, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin mahkûmiyet kararlarını, hangi gerekçe veya gerekçelerle cezaların kanuniliği ilkesiyle ile bağdaştırabileceği gerçekten, sadece Türkiye’de değil, dünyada da herkesin merakla beklediği bir husustur.
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararından sonra çok önemli bir noktayı görmezden gelemeyiz: Artık devletin anayasa ve yasalarla kurulmuş organlarının kararlarını uygulayanlar da, gelecekte suçlanmak tehlikesi ile karşı karşıyadırlar.
Bugün iktidarda olanlar, devletin yasama, yürütme veya yargı erkinin kaynağını anayasadan alan yetkilerini kullananlar veya o doğrultudaki yetkilerle alınmış kararları uygulayanlar da bu karardaki mantıkla yarın suçlanabilirler.
Bu durum devlette en büyük kaosu yaratır ve işlemez hale getirir.

***

Denebilir ki burada yargılanan MGK kararı ve bunun uygulanmasının ardındaki niyettir.
Bu görüş de geçersizdir.
Ceza Hukuku’nda yargılanan niyet değil, fiildir ve hangi fiilin suç olduğu da, kanun metninde tereddüde yer bırakmayacak açıklıkla belirtilmesi zorunludur.
Şimdi 28 Şubat 1997’de alınan ve uygulanan kararlarda etkili olan tehdit algısına gelelim:
28 Şubat 1997’de, tarihi kararlar alan Milli Güvenlik Kurulu ile onu yaşama geçirenler, Türkiye Cumhuriyeti’nin başta laiklik olmak üzere anayasal ilkelerinin tehdit altında olduğu, manevi cebir ve hile ile, laik düzenin yerini şeriatçı uyguylamalara bırakmak zorunda kalacağı, tevhid-i tedrisatın medrese düzenine dönüşeceği, kuvvetler ayrılığı ilkesinin tek adam iktidarı için çiğneneceği, dinci motiflerle yargı bağımsızlığının ayaklar altına alınacağı, Fethullah Gülen ve benzeri tehditlerin devleti ele geçirme girişiminde bulunacağı endişesiyle yasal önlemlere başvurmaya çalışmaktaydılar:
21 yılda yaşananlara bakarak, elinizi vicdanınıza koyup da söyleyin:
-Hayal mi görüyorlardı?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları