Vesayet ikamesi

20 Nisan 2018 Cuma

28 Şubat davasıyla ilgili olan 17 Nisan tarihli yazım üzerine kimi okurlarımdan aldığım “askeri vesayet” ile ilgili özetle, Türkiye’de bir zamanlar rejim üzerinde askeri vesayet olduğu gerçeğinin altını çizen, şimdi bu vesayetin kalkmasının iyi olup olmadığını soran iletiler üzerine konuya bir kez daha değinmek gereğini duydum.
Türkiye’de bir süre, rejimin askeri vesayet altında olduğu gerçeğini kimse yadsımıyor.
Nasıl yadsısın ki! Yazarı, aydını, demokratı, sanatçısı öğretmeni, öğrencisi, memur ve işçisiyle toplumun bütün kesimleri bu vesayetin sillesini yemiş, zulmü altında inlemiştir.
Muntazam aralarla, gerçek anlamda demokrasi olmasa bile, kör topal yürüyen demokrasi benzeri rejime müdahale eden askeri vesayetin demokrasinin önünde bir engel olduğu ve o ortadan kalkmadıkça demokrasinin yaşama geçmesinin imkânsızlığı yadsınamaz.

***

Üstelik uygulama göstermiştir ki askeri vesayetin Cumhuriyetin kimi kazanım ve kurumlarının korunmasına yönelik olduğu savı geçersizdir.
Örneğin toplumun bugün hâlâ, onun karşıtı bir iktidara karşı koruma mücadelesini verdiği “laiklik” gibi Cumhuriyetin temel kazanımlarının gerçek savunucusu Kenan Evren benzeri darbeciler değil, halkın sivil laik demokrasi bilincidir.
Askeri vesayetin kötü olduğu konusunda herkes aynı düşüncede olduğuna göre daha fazla uzatmaya gerek yok.
Evet, askeri vesayetin tasfiyesi yararlıdır, özgürlük açısından elzemdir.
Türkiye artık askeri vesayet rejimini aşmıştır.
15 Temmuz olayı bunun parlak bir örneğidir.
15 Temmuz darbecilerinin amaçlarına ulaşmamalarının nedenlerini de doğru teşhis etmek gerekir. 15 Temmuz girişimine karşı tepki ve direniş, hem sivil halktan, hem de TSK’nin bizzat içinden gelmiştir.
Bu durum 12 Eylül 1980’de ve onu izleyen ilk günlerde darbeci Kenan Evren’in bulduğu sivil toplumsal destek ile kıyaslandığında, alınan yolun ne kadar büyük olduğu kolayca anlaşılır.
Evet, Türkiye artık askeri vesayet dönemini aşmıştır.
Ancak, askeri vesayetin, onun özgürlükler rejimine karşı kullandığına benzer yöntemlerle tasfiyesinin de, toplumları demokrasiye yöneltmeyeceği tartışma götürmez bir başka gerçektir. Bu gibi durumlarda askeri vesayeti aşarken topluma dayatılan rejim, askeri vesayetinkiyle aynı yöntemleri uygulayacağından, askeri vesayetin aşılması ile aşılmaması arasında bir fark kalmamaktadır.

***

Ne yazık ki şu anda Türkiye’de yaşanmakta olan da budur.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra yaşanmakta olan ve güçler ayrılığını bir yana itip, yürütmeyi ve onun başındaki muktediri hâkimi mutlak haline getiren olağanüstü hal (OHAL) rejimi sırasında, son askeri darbe girişimine karşı önlem bahanesiyle başvurulan yöntemler, toplumu, eğer askeri darbe başarılı olmuş olsaydı yaşanacak olanınkiyle aynı cendere altına sokma sonucunu doğurmuştur.
Hatta daha da ileri gidilmiş olduğunu söylemek de mümkündür. Nitekim amacına erişmiş son darbe olan 12 Eylül dönemi, 2 yıllık OHAL uygulaması ile karşılaştırıldığında, toplumun her bakımdan daha kapsamlı ve daha yoğun bir baskı altına sokulduğu görülmektedir.
Bu durum askeri vesayetin aşılması değil, yerine onu da alt eden sivil bir vesayet rejiminin ikame edilmesinden başka bir anlam taşımadığından, söz konusu olanın gerçekte bir vesayet ikamesi rejimi olduğu kesindir.
Vesayet ikamesi rejimi, askeri vesayetin aşılması değil, onun bir başkası ile ikame edilmesinden başka bir anlam taşımaz.
28 Şubat davası olayına bir de bu açıdan bakmak gerek.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları