Erinç Yeldan

Neoliberalizmin yükselen değeri: Demokratiksizleştirme

25 Nisan 2018 Çarşamba

Küresel kapitalizm 1980’lerde yepyeni bir döneme evrildi. 2. Dünya Savaşı sonrasında şekillenen uluslararası işbölümü artık teknolojik ve kurumsal sınırlarına ulaşmış, sermayenin akışkanlığı hızlanmış ve sanayi üretim merkezleri giderek dünyanın daha ucuz işgücü pazarlarının olduğu bölgelere taşınmaya başlanmıştı. Metropol ülkelerde sanayi sektörlerinde kâr oranları hızla aşınırken, sosyal refah devletlerinin gerekli kıldığı (sağlık, eğitim, emeklilik gibi) kamusal hizmetler artık taşınamaz bir yüke dönüşmüştü.
Küresel kapitalizmin merkez ülkeleri bu olguları, sosyal refah devleti kurumlarının tasfiyesi, emeğin kazanımlarının sendikasızlaştırma ve esnekleştirme saldırılarıyla gasp edilmesi ve finans piyasalarının da kuralsızlaştırılması (deregulaiton) yollarıyla karşılayabildi. Bunun sonucunda, gerileyen sanayi kâr oranları, kapitalizmin kumarhane masalarındaki spekülatif finans kârlar ile göğüsleniyor; dünyanın üretim merkezleri Uzak Asya’nın enformal ve hiper-sömürüye açık “çalışma kamplarına” taşınırken, gelişmiş ülkeler küresel ekonominin tasarım ve finans merkezleri olarak uluslararası yeni işbölümünü şekillendiriyordu.
Bu dönüşüm, İngiliz coğrafya ekonomisi uzmanı ve Marksist David Harvey tarafından “küresel kapitalizm 1980’lerden bu yana değişik biçimde çalışıyor” sözleriyle tasvir edilecekti.

***

Bu dönüşümler elbette ki toplumsal bir mutabakat, ya da demokratik yöntemlerle gerçekleştirilmedi. Ülkemiz de dahil olmak üzere, gerek merkez gerekse çevre ülkelerinde baskı, şiddet ve açık faşizm bu dönüşümlerin ayrılmaz bir parçası oldu. Bu süreçte devlet aygıtı da hiper-akışkan finansal sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden yapılandırıldı. “Başka alternatif yok” (TINA: There is no alternative) sloganı politik bir baskı aracı olarak, örgütsüzleştirilmiş, güvencesizleştirilmiş yığınların “yeni” birikim rejiminin kurumsal gereklerine göre uyarlanmasında aracılık etti. “Tek reçeteye” dayalı politikalar tüm siyasi mücadeleyi tek-biçimleştirdi, sınıf odaklı siyasetin yerine magazinleştirilmiş görsel şova dayalı bir tür eğlencelik izlenceye dönüştürdü.
Bu sürecin demokratik kurumlar üzerine etkisini Prof. Dr. Bilsay Kuruç geçen güz dönemi 21. Yüzyılda Planlama Kurultayı açış konuşmasında şöyle özetlemekteydi: “Küresel kapitalizm hemen hemen 1980’lerden bu yana hiç yeni bir demokrasi kurumu geliştirmemekte, yeni demokratik kazanımlar üretme konusunda hiçbir girişimde bulunmamaktadır... Türkiye burjuvazisi de (ulusal sermaye de) bundan hiç kaygı duymamakta ve aynı süreci izlemektedir.”
Demokratiksizleştirme saldırısı, kapitalizmin 21. yüzyıldaki yeni gerçeğidir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları