Hikmet Çetinkaya

Gecenin şarkısı...

26 Nisan 2018 Perşembe

Sonsuzluğun acısı nasıl çekilir, hüznün insanı kahreden durağanlığı nasıl geçiştirilir bilir misiniz? Derin gölgelerdeki zaman bir tuhaf yalnızlıktır mevsimlerin ortasında kaldığınızda...
İşte o saatler acılar duyarsınız yüreğinizde; bir heyecan ve ardından fırtınadır gelen...
Bir ses işitirsiniz hüznün şairinden...
Gecenin şarkısı senin olsun ben istemem...” Anlatılmak istenen bir gülün serüvenidir belki, ölümle başlayan...
Birden her şey derinlerde bir orman...
Böylece suyun dibindeki de yalnızlık...
Gözlerinizi kapatırsınız, bir şeyleri boşaltırsınız içinizden...
Öpüşlere gömülür o anda evren...
Wolfgang Borchert’den Turgut Uyar’a; Valeri Petrov’dan Cemal Süreya’ya dek uzanan sevdanın yarım kalmış izleridir aranan...
Koyu karanlığın içinden küçük bir yıldız gibi fırlayan kimdi hiç düşünmemiş, Afyon Garı’nda küçük kızı hiç anımsamamıştık.
Yoksa elimizde bir erik dalı mı vardı, kan yerine su mu akıyordu damarlarımızda farkında değildik... Bir yalnızlık içinde mutluluk bekleyenler çoğunluktaydı; bilinçle kırılmış sevdalar çok uzaklardaydı...
Şimdi tam sırasıydı Turgut Uyar gibi seslenmenin:
yazı orda geçirdik kışa gerek kalmadı
safça acemice şarkılar söylendi oyunlar oynandı
sözde sevinç haline getirildi yıllanmış hüzünler
aşklar unutuldu ve bazılarına yeniden başlandı

‘insan yaşlandıkça kurtulur’ demişti birisi

korkudan belki yılgınlıktan ve başka bir şeylerden

oysa yaşlandıkça bulunur mavinin en iyisi

akasya çürür tren hızlanır eller ufalır gibi
kim yitirir sözgelimi bir başkasının bulduğunu
evet kim yitirir kim bulur
herhangi bir akşam alacası değil ki bu

imdi ey kış diyorum seni de orda geçirseydik

kim düşünecekti bir kumsalda
sabahın tanıksız kendi kendine olduğunu

***

Sonsuzluğun acısıyla uyandık alaca bir şafakta...
Çocuklarla, kuşlarla, ağaçlarla avunmak neyin habercisiydi?
Yağmurlar kentin üstüne üstüne geliyordu. Bir çocuk hıçkırıklara boğuluyor, kuşlar çıplak ağaçların dallarına konuyordu...
Ey benim 20 yaş sevdam, ey benim kömür gözlüm!
Ağlamaktan mahvolduğumuz, ateşi çağırıp geceleri tutuşturduğumuz yıllar, şimdi siz neredesiniz?
Düşlerin güzel kadınları nedense bir bir kaçıyorlar, yapayalnız kalıyoruz kırlarda, yeşil gecelerde...
Biraz Paul Valery’yle avunuyor, biraz da gökyüzünden yıldız topluyoruz, kayıp giden sevdaları kıskandırmak için...
Çocukluğumuz Anadolu bozkırı gibi sarı, kuraktı, gençliğimiz devrimci sevişmelerle hiç çoğalmamıştı...
Tükenen bir ay ışığı, hüzünle tanıştırdığında bizleri, Selimiye’nin ya da Mamak’ın
o gri yalnızlığı içinde taş duvarlara bakıp, devrim türküleri söylüyorduk...
Arkadaşlarımız, “Nasıl olsa devrim bakar çocuklarımıza” diyordu...
Devrimi bekledik ama gelmedi...
Biraz geç oldu ama öğrettiniz, yaşamın sonsuz olduğunu... Öğrettiniz baskının, zulmün, kıyımın, açlığın hiç bitmeyeceğini...
Turgut Uyar’dan okuduk, Vyaceslav İvanov’u dinledik
o eski güzelliğin uyuduğu saatlerde...
Şimdi ne zaman aşk düşünsek, artık çoğu ölmüş eski kadınlar geliyor aklımıza!

***

Zaman bizi yok etti, denizler yuttu belki...
İki ağaç gövdesiyiz biz, aynı yıldırımın yaktığı...
İki aleviz, gece yarısı ormanında, iki göktaşıyız, kayan, karanlıkta; iki çatallı okuz, aynı yazgının fırlattığı...
Afyon Garı’nda gördüğümüz Vartolu kız çocuğu şimdi kaç yaşındadır, yaşıyor mudur?
Bizler yazgılarımızla geldik bugünlere...
Biraz hırçınız, kavgacıyız!..
Tek bir elin dizginlediğı atız, Ataol’un anlattığına göre bir çift acılı gölgeyiz İvanov’un dizelerinde... Aynı gizin, iki sesli ağzıyız biz, aynı çarmıhın, aynı düşün, titreyen iki kanadıyız...
Bir çift gözüz biz aynı bakışla dolu, bir çift yüreğiz; sevince tam severiz...
Irmağız biz, kimi zaman coşkulu, kimi zaman sakin; sevdayız biz umutlarımızı gökyüzüne salarız rengârenk uçurtmalarla...
Gecenin içinde aydınlık ararız; işkenceleri biliriz, zindanları... Terk edilişleri, kaçışları da...
Kadınları severiz, çocukları, kuşları, ağaçları, çiçekleri...
Biz insanları severiz, biz gacenin şarkısını söyleriz sizin için...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları