Erinç Yeldan

Dünya Bankası’ndan iş yaşamının geleceği öngörüleri

02 Mayıs 2018 Çarşamba

Dünya Bankası, Dünya Kalkınma Raporu’nun 2019 için ana temasını “İş’in Geleceği” olarak belirlemiş idi. Rapor çalışmasının ön taslağı geçen hafta yayımlandı. İş yaşamının teknolojik yenilikler tarafından sürekli yenilenmekte olduğu ve makinelerin insan emeğinin giderek yerini almakta olduğu tespitlerinden hareketle Rapor, “teknolojik gelişmelerle birlikte toplumsal ilişkilerin de dönüşüme uğramakta olduğu...” gözlemlerine dayanarak, “iş yaşamının da üretim sürecinde yaşanan bu değişimlere uyması gerektiğini...” vurguluyor.
Dünya Bankası 2019 Kalkınma Raporu’nun gözlemleri elbette kuşku götürmez gerçekler olarak karşımızdadır. Emeğin verimliliğinin artırılmasına yönelik teknolojik dönüşümler, kuşkusuz sosyal ilişkilere de yansımakta ve iş ilişkilerinin yeniden kurgulanmasını gerekli kılmaktadır. Ancak, Dünya Bankası yazarları teknolojik dönüşümün özündeki bu devrimci dönüşümleri çarpıtarak, bu gelişimleri emeğin sosyal kazanımlarını geriletmeye yönelik ve sermayenin kâr güvencesini sağlamayı amaçlayan politikaların uygulanması için bir fırsat bilmektedir.
Dünya Bankası 2019 Rapor taslağı, örneğin, bugün küresel işgücü piyasalarındaki parçalanma ve enformalleşmenin ana nedenlerinin sermayenin heterojen yapısından ve kapitalizmin özündeki eşitsiz gelişme ve asimetrik güç dengelerinden kaynaklanmakta olduğunu görmezden (anlamazdan-?) gelmekte; bunun yerine söz konusu parçalanmanın emeğin kazanımlarını güvence altına almayı amaçlayan iş yasalarındaki düzenlemeleri sorumlu tutmaktadır.
Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO’nun) ısrarla yürüttüğü “insan onuruna yakışır iş” çağrılarına karşın, Dünya Bankası yazarları küresel emeğin kazanımlarının sadece formel ve örgütlü kesimlerce elde edilmekte olduğunu bahane ederek, tüm emekçileri küresel işgücü piyasalarında enformalleştirilmiş ve örgütsüzleştirilmiş birer meta olarak değerlendirilmesine olanak sağlayacak “rekabetçi” tasarımların peşinde koşmaktadır.
Dünya Bankası yazarlarına göre, günümüzdeki iş ilişkilerine yönelik düzenlemeler şirketlerin maliyetlerini artırmakta ve uluslararası rekabette dezavantajlı konuma sürüklemektedir. Kapitalizmin doyumsuz kâr hırsının yarattığı amansız rekabet, aslında dünya ölçeğinde emeğin kazanımlarını dibe doğru bir yarışın ana öğesi yapmakta ve küresel ekonominin hemen her bölgesinde emeğin milli gelirden aldığı payların sermaye gelirleri karşısında hızla gerilemesine neden olmaktadır.

***

Küresel kapitalizmin 21. yüzyıldaki gelişim özelliklerinin en başında küresel mülksüzleştirme gelmektedir. 1990 sonrası neoliberal dönemde küresel ücretliemek piyasalarında işçi sınıfı yaklaşık iki misli büyümüş; işgücünü küresel rekabet koşullarında satarak geçinen emekçilerin sayısı 1.5 milyardan, üç milyar kişiye ulaşmıştır. Küresel çapta işsizlik oranının yüzde 7 civarında olduğu günümüzde, kapitalizm bu devasa yedek işsizler ordusunun olanaklı kıldığı demokrasi dışı, baskı ve şiddete dayalı emek aleyhtarı politikaları uygulama olanağı elde etmiştir. (Kapitalizmin 21. yüzyılda demokratiksizleştirme ve savaş konjonktürü olmadan gezegenimizi yönetemez konumda olduğu savlarını bu satırlarda sıkça dile getirmekteyiz).
Küresel sermaye bir yandan bu “yedek ordusunun” olduğu yerlere (çoğunlukla Çin ve Doğu Asya, Meksika, Doğu Avrupa ve şimdilerde Sahraaltı Afrika) taşınırken, bir yandan da on milyonlarca göçmen işçiyi güvencesiz ve düzensiz koşullarda küresel Kuzey’in enformel emek pazarlarına katmaktadır. Kapitalizmin eşitsiz gelişme yasaları parçalanmış ve enformalleştirilmiş işgücünün hem ana nedeni, hem de ana kullanıcısıdır. Rapor, bu sorunları işgücü piyasalarının kuralsızlaştırılarak ve ücreti gerileyen işçileri de “geçimlik düzeyde vatandaşlık ücreti” sağlayacak yeni bir dolaylı vergi yoluyla finanse ederek çözmeyi ummaktadır.
Dünya Bankası Raporu, Vaşington’daki seminer odalarının steril ortamlarında uluslararası ekonominin tarihsel gerçeklerini algılamaktan uzaktır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları