Hikmet Çetinkaya

Yarına var mısın?..

03 Mayıs 2018 Perşembe

Yarına var mısın söyle? Doğacak çocuğa, çığlığa, ishak kuşuna: rüzgârın savurduğu tohuma, kavağın pamuğuna var mısın; bir ağacın kavına, deri değiştirmesine yılanın, kozadan çıkan kelebeğe, hatmiye, kekliğe, atkestanesine? Söyle, yarına var mısın?
Haydi gel ölümden konuşalım!..
Belki de tümüyle aykırıdır gerçeğe, ama ne olursa olsun biz yine ölümden konuşalım seninle...
Rüzgâra vuralım kendimizi, istersen kayalıklara, koşalım denizlere doğru sevgimiz filizlensin diye...
Metin’den söz edelim, sevdanın resmini çizelim Behçet’le, biraz Endre Ady’nin öpüşlerinin ateşini yakalım...
Konuşalım sabahlara dek ölüm üzerine. O serin akşamlarda koşalım deliler gibi...
Gel ölümden söz etmeden önce bir şeyler içelim seninle.
Buğulu bir bardak içinde, buzlu ve limonlu votkayla birlikte...
Aşk duygusu sıkıştırıyor patlamak üzere olan yüreklerimizi dinamit gibi, soğuk taşı tutuşturan... Kıskançlığı bir yaşam biçimi gibi gören, ellerimizi vakitsiz sevişmelerde kilitleyen...
Veselin’in, Aleksandr’ın ürpermeler sabahında bir kırmızı gül gibi açan gözlerindir senin bilir misin?
Evet gözlerindir!..
Bak tomurcuklar açtı, aşk çiçeklendi, kokusu, taçyaprakları ölü...
Gel ölümden konuşmayalım seninle, yaşamaya bakalım... Gel uyanmaz aşkları uyandıralım herkese inat... Gel sevgiyi toplayalım aydınlık gökyüzünden...

***

Yarına var mısın söyle?..
Günler, aylar ve yıllar geçip gidiyor. Sevdamızın gölgesinde bir başka giydirilmiş yazgı büyüyor. Kararsızlık çizgisinde oynayan çocuklarımız tek tek kayboluyor...
Bir aşk yitiyor, bir aşk büyüyor avuçlarımızda...
Oysa sizin alaşağı edilmiş gecenizde kanın kapıları yok; bir utanç belirtisi yok...
Gecenin bir çatlağı vardı Lorca sağır dilsiz, alaca öfkeyle başlayan acıdan...
Kan ezilmiş tutkuydu ve yeraltı sularındaydı; paslı damgasını vuran tatsız rüzgârlara; ve pencere camlarında kelebekleri ayrıştırandı.
Kara bir balçıkta ahşap bir güney rüzgârı esiyordu... Önce gözlerini sevdim senin ey tanrıça!
Gri alanları aştım, ölü otları, önemsiz suçları... Haydi gel ölümden konuşalım istersen!..
Haydi gel ölümden kaçalım birlikte!..
Yaz ortasında bir akşam yürüyelim kıyıda, tuhaf bir binanın yanından geçelim...
Ben yükledim mor sümbüller gibi gemilerime hüzünlerimi, eskittim yıldızları Çolpan aramaktan... Avareliğimiz eh biraz Çukurova gibi olsun, rüzgârımız poyraz Sinop kıyılarına vursun, imbatımız Foça’da Siren Kayalıkları’nda ıslık çalsın; sevgililer o saatte Rumelikavağı’nda kafayı çeksin...
Gitmek için işte aşkla, avlusu güherçile kokan bu şehirden; ama nerelere?
Gece lacivert bir elişi kâğıdı gibi...
Senin gözlerin sadece yıldızları kırpmak için kullanır...
Haydi gel bugün ölümden konuşmayalım...

***

Yarına var mısın söyle?
Güzel anılar biriktirdim senden, dudaklarına solgun gülücükler getiren...
Biraz Metin Altıok’tan, biraz da Behçet Aysan’dan siyah süvari gecesi yarattım, anılarımda bozdum dengeyi önce...
Karlı ve tipili bir gece yarısı bir eski dost çaldı kapımı. Artık unutup koştuğumuz delikanlı aşkları yoktu. Kırmızı bir balık gibi yaşamı akvaryumdaydı.
Altın benekli fundalıklarda pusuya düşürülen, geceleyin gözleri bağlı götürülen yoksa bir karaca yavrusu muydu? O yaralı koşma, sevdalı halkım mı yoksa sevgilim miydi?
Artık yeter konuş, bu sofrada yalnız ikimiz değiliz...
Bana delik deşik bir yürekle pası, küfü, çürümeyi anlat...
Bak bir Hamburg akşamında sarhoş gemicilerle şarap içiyor Deniz Kavukçuoğlu, bir Paris akşamında şiir okuyor Ataol Behramoğlu...
Yangın yerlerinin katran gözyaşlarını akıtıyor ikisi de; ikisi de sıcak akşamlarda ıhlamur altında Ivan Bunin’i seyrediyorlar mutluluğun ve acıların buluşmasına aldırmadan...
Bilir misin gün gelir yürek de hüzün de söner artık: kalır sadece her şeyi bağışlatan bir uzaklık...
Bir pazar, güneşli bir pazar, nasıl coşuyor yüreğim, nasıl karışıyorum insanların arasına..
Biliyorum bu aşk burada biter ve ben çekip giderim...
Evet sırasıdır ölümden konuşacaktık. İntiharın ebruli ipliğiyle; bir düğün gecesinde senin, yakası işlemeli giysinden...
Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şiir, solarken albümlerde çocuklar ve askerler; yüzün bir kır çiçeği gibi söner, uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir...
Ölüm de vardır yaşadığımız her yerde, kan bulaşır taflana, zeytin dalına; ne kadar güzeldin sen, nasıl eşsiz bir yazdı; bir denize koşar gibi dinlemiştim bu şarkıyı...
Gel bırakalım ölümden konuşmayı, bırakalım sevdamız avare yıllara kayıp gitsin...
Haydi söyle, yarına var mısın?..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları