Erinç Yeldan

ABD’de gerileyen işsizlik ve düşündürdükleri

09 Mayıs 2018 Çarşamba

ABD Çalışma Dairesi verileri Amerika’da açık işsizlik oranının nisan ayında yüzde 3.9’a değin gerilemiş olduğunu duyurdu. Bu rakam 2000’den bu yana en düşük işsizlik oranını sergiliyor; ve birçok yorumcu tarafından da Amerikan ekonomisinin büyük durgunluğu artık geride bırakmış olduğu şeklinde yorumlanıyor.
Ancak, işsizlik oranındaki bu gerilemeye karşın, işgücü piyasalarında genel bir durgunluğun hüküm sürmekte olduğu ve ABD emekçisinin ücretlerinde anlamlı bir gelişme yaşanmadığı da gözlenmekte. Örneğin, Vaşington bazlı emekten yana düşünce kuruluşu Center for Economic Policy Research – CEPR verileri ABD’de ortalama ücretlerin nisan ayında yıllık bazda sadece yüzde 2.6 artmış olduğunu gösteriyor. Enflasyondan arındırıldığında bu kazanım reel olarak sıfırlanıyor ve zaten gerilemekte olan üretkenlik performansıyla birleştiğinde aslında reel ekonominin hâlâ gelir yaratmakta bocaladığını belgeliyor.
Konunun bir de teknik -tanım- boyutları var. Açık işsizlik oranı özü itibarıyla “iş arayan ancak bulamayan” insanların toplam işgücüne oranını gösteriyor. Dolayısıyla, umudu kırıldığı (ya da benzer başka yapısal nedenlerden dolayı) iş aramaktan vazgeçen yığınlar bu rakama dahil değil. ABD’de 2008 krizinden bu yana işgücüne katılım oranı yaklaşık yüzde 10 puan geriledi ve işsizlik oranının bu derece düşük kalmasında büyük rol oynadı.
Bütün bunlar aslında zayıf ve esnekleştirilerek parçalanmış bir işgücü piyasasının doğal sonucu olarak yorumlanabilir. Bu sonuca katkı yapan çok önemli bir başka unsur ise küresel sermaye karşısında küresel işgücünün konumuyla ilgili. Tahminlere göre, 1989 yılında Sovyet sisteminin çökmesi ve Çin, Hindistan, Meksika sınır bölgesinde maquiladeralar ve Sahra-altı Afrika’nın yoksul halklarının giderek ücretli-emek statüsünde küresel işgücü piyasalarına katılması sonucunda işgücü arzının 1.5 milyardan yaklaşık 3 milyar iş arayan insana çıktığı, yani sermaye emek oranının yarı yarıya azaldığı öngörülmekte. Böylesi bir arz şoku karşısında küresel işgücü piyasalarında ücretlerin hızla gerilemesi ve küresel anlamda bir dibe doğru yarışın sürdürülmesi kaçınılmaz olmakta.
Böylelikle genel anlamda bir yanda işsizlik oranı gerilerken aynı zamanda da ücretlerin çökmesi sonucunda sermayedar için tam bir dikensiz gül bahçesinin yaratılmakta olduğunu görebiliyoruz. Bu da Keynesgil iktisat kuramının en temel öğretilerinden birisi olan ve Philips eğrisi adıyla anılan enflasyon ile işsizlik arasındaki ters ilişkiyi veren alternatifler kümesinin artık söz konusu olmadığını belirtiyor. Phillips eğrisi diye anılan kuramsal ilişki, bir ekonomide işsizlik ile enflasyon arasında ters bir ilişki olduğunu ve buna dayalı olarak, kısa dönemde uygulanabilir bir makroekonomi politika demeti sunuyor olmalıydı. Ancak beklenen bu ilişkinin çökmesi, politika izleyicilerini de çaresiz bırakıyor.
Bu sonucun ana nedeni, yukarıda da vurguladığımız üzere, işsizlik oranında gözlenen düşüşün aslında istihdam yaratmak anlamına gelmediğinden kaynaklanıyor. Esnekleştirilmiş emek biçimleri bir yandan yarı zamanlı, enformel ve geçici işlere mahkûm kılınırken, bir yandan da umudu kırılmış kitleler iş gücü piyasasından dışlanmaya itiliyorlar.
Özü itibarıyla, kapitalizm işsizlik ve enflasyon oranlarını geriletmesine karşın gelir yaratamıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları