Taraf, tarafgir

11 Mayıs 2018 Cuma

Özgür Mumcu önceki günkü yazısında “AKP kendini Menderes geleneğiyle birlikte anmayı sever” diyordu; çok doğru! Olayın şaşılacak bir yönü de yok. AKP’nin de liderinin de, demokrasi algısı Menderes’inkiyle birdir.
“Kuvvetler ayrılığı ilkesini tanımayan, basın ve ifade özgürlüğünü kabul etmeyen, milli iradeyi yalnız kendisi ve yandaşlarından ibaret gören, milleti bizden olanlar ve olmayanlar diye karnıyarık gibi ortadan ikiye bölen, yargı bağımsızlığını en büyük musibet olarak algılayıp ülkenin semtine bile uğratmayan...” diye başladığınız tümcenin sonuna AKP’yi de ekleyebilirsiniz DP’yi de, hiç fark etmez.
DP’yi anlamak bir dereceye kadar mümkün, sonunda bu demokrasinin çocukluk hastalığı diyebilirsiniz. Ama aradan geçen yarım yüzyılı aşkın sürenin sonunda hâlâ DP’nin bıraktığı yerde olduğumuzu görünce, olayın çocukluk hastalığından öteye bir yapısal bozukluk olduğunu anlıyorsunuz.
Türkiye’nin seçim ortamına girdiği bir sırada bunları düşünürken Altan Öymen’in kendi deyimiyle anılı kitaplar dizisinin beşincisi 1960-61 yıllarını kapsayan “Umutlar ve İdamlar” çıktı.

***

Kendi anılarını günün toplumsal çerçevesi içine oturtarak, ülkenin siyasi gelişmelerini olduğu kadar, dünya olaylarıyla da bir arada, her birini belgeye, kanıta dayandırarak yazan AltanÖymen’in, bu çok kendine özgü kitabıyla eşsiz bir eser yarattığını, Cumhuriyetin 1930’lardan başlayarak bugüne kadar olan dönemini öğrenmek, için herkesin, özellikle de, genç kuşağın okuması gerektiğini bir kez daha yinelemek isterim.
27 Mayıs’tan sonra oluşturulan Kurucu Meclis’in de üyesi olan AltanÖymen’in yalnız tanık olarak değil, aktör olarak da yer aldığı olayları okurken, bir kez daha kaçırılmış fırsatlara yanmadan edemiyorsunuz.
Büyük umutlarla başlayan çok partili dönem kavgalara, bölünmelere, karşılıklı ötekileştirme furyasına dönüşmeseydi, bugün burada mı olurduk?
“27 Mayıs darbesi yeni bir çığır açıp darbeler dönemini başlatmasaydı, toplumumuz bugün daha ileri bir noktada bulunurdu” diyenlere hak vermemek ne kadar imkânsızsa, “Bırakın 27 Mayıs’ı bir yana, Türkiye’de sanki 26 Mayıs 1960 günü demokrasi kalmış mıydı” diyenlere de hak vermemek o kadar imkânsız değil mi?
Çok partili sandık aldatmacasının despotluğa dönüşmesine karşı, ülkenin bölünmesine tepki olarak, bunu gidermek için yönetime el koyanlar, DP’yi, DP’lileri ve kendisini onlara yakın hissedenleri sürekli ötekileştirerek, dışlayarak, horlayarak, bölünmüşlüğün sürmesinde pay sahibi olmadılar mı?
1961’de, yaraları sarıp toplumsal uzlaşmayı sağlamak için iktidara el koyduktan sonra zamanın en çağdaş anayasalarından birini çıkaranların, Yassıada Duruşmaları faciası ve idam cinayetleriyle, bölünmüşlükleri kökleştirirken, bölünmüşlükten, bölünen tarafların yalnızca birinin değil, hepsinin sorumlu olduğunu kanıtladıklarını gördüğümüz bu kitabın en ilginç bölümü ise, Altan Öymen’in Eylül 1990’da, Yassıada Duruşmaları sonrasında idam edilenlerin devlet töreniyle naaşlarının nakledilmesi olayı vesilesiyle Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes ile yaptığı söyleşi.
Biri DP’nin cinayete kurban gitmiş önderinin oğlu, öbürü on yıl boyunca DP ile mücadele etmiş CHP’nin üyesi, muhalif gazeteci iki “taraf”ta bulunan kişiler Aydın Menderes’in deyimiyle “taraf olunsa bile tarafgir olmadan” sağduyu ve soğukkanlılıkla yan yana gelip konuşunca zamanında toplumu bölen olaylar konusunda nasıl da ortak noktalarda buluşabildiklerini Altan Öymen’in hırçınlıkta, muhalefet olarak kendi paylarının da bulunduğunu yansıtan sözlerinin de yer aldığı bu söyleşide görüyorsunuz.
Keşke, Aydın Menderes’in mensup oldukları tarafların liderleri zamanında, böylesine tarafgir olmayan bir söyleşiyi yapabilselerdi de bütün bunları yaşamasaydık.
Altan Öymen’in kitabı, günümüzde herkesin mutlaka okuması gereken bir yapıt.
Onu okuyunca 24 Haziran’da elimize geçecek fırsatı mutlaka değerlendirmek gerekliliği daha kolay anlaşılıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları