Üç Darbe

14 Eylül 2008 Pazar
12 Eylül yıldönümü bağlantılı elmalarla armutların birbirine karıştığı sayısız yorum olmasaydı bu başlıkla bir yazı yazmaya kalkışmayacaktım.. İletişim çağında, gerçeklere en yakın görüntüde, gerçeklerden en uzak kalışımızla, kimliğimize, çıkarlarımıza yabancılaştırılmış önyargılarımız; cepheleşmelerimiz, öğrenme, sorgulama tembelliği içinde kolaycılığa kaçmamız, çok kolay güdümlenmemiz, yönlendirilmemiz sayesinde.. gözleri bağlı file dokunan, dokunduğu yere göre algılamalarıyla fili tanımaktan giderek uzaklaşan insancıklar, düşünce grupları kitlelerin trajikomik hallerindeyiz. Sapla saman bu kadar karışınca, en haklı isyan, insan hakları arayışlarımız, çıkarlarımızı savunma çabalarımızda bile ortak değerler, ilkelerde buluşamıyor, caydırıcı gücü oluşturamıyoruz.

Albaylar cuntasıolarak da tanımlanan 1960 askeri darbesi, ekonomik, sosyal, siyasal sonuçları ile, şimdilerde pazarlanan görüş ve algılamaların aksine Türkiyenin demokrasi çıtasını en anlamlı ölçeklerde yükseltmiştir. Kendisinden sonraki iki darbe ise bu çıtayı aşağı indirmeye yönelik operasyonlardır. Ne yazık ki 1960ın, askeri darbe ile olsa da, Türkiyede gerçek insan hakları, demokrasi, sendikal haklar, sosyal devletin yolunu açan, 1961 Anayasası, ’63 sendikal yasaları kazanımları, elbette ağır insan hakları ihlaller zincirini oluşturan Yassıada yargılamaları, 3 DP liderinin idamlarının gölgesinde kalmıştır.

Türkiyenin biçimsel çok partili düzene, demokrasiye açılımı olan 1946 sonrası gelişmeler, 1950 seçimleri, dönemin dünya dengelerinin de etkisi ile, çoğunluk iktidarını ele geçirmiş, feodalizmi, din istismarcılığını siyaset aracı olarak kullanan DPnin, çoğunluk diktatörlüğü eğilimleriyse, Türkiye’yi çağdaş uygarlığı yakalamaktan çok uzakta noktalara sürüklemiştir. Türkiyenin kimilerinin ağızlarından düşürmedikleri Batı demokrasisi, AB kriterlerini yakalama çabaları, gerçekte 1960 darbesi sonrası ortaya çıkmış toplumsal uzlaşma eksenindedir. Tabii o tarihlerde, iki kutuplu dünyada Marksizm tehdidi karşısında kendini ehlileştiren kapitalist dünyanın, Batı, AB içinde en çok Sosyalist Enternasyonal lokomotif, sendikal haklar, sosyal devlet, demokrasi kriterlerinde yol almakta olduğunu da konjonktürel olarak unutmamak koşulu ile...

***

Türkiye’de sol, sosyal demokrat açılımları, TİPi, ortanın solu, toprak işleyenin, fabrika üretenindir.. arayışlarını yaratan sosyal, siyasal yaklaşımlar, elbette 1960ı yaratan aydın-gençlik hareketleri patlamasının, anayasal, yasal güvence bulması, örgütlenebilmeleri sayesindedir. Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile, Türkiyedeki kadar hızlı bir örgütlenme yaşanmamıştır. 1963ten 80e 17 yıl gibi kısa bir süreç içinde, kayıtlı çalışan işçilerin yüzde 50sinin sendikal çatı altında, toplu pazarlık düzeninden yararlanabildiği bir başka ülke modeli yoktur. 12 Eylül, 3 milyon sigortalının 1.5 milyonunun sendikalı olduğu bir düzeni yıkmıştır.

İşte tam da bu nedenledir ki, Türkiyede estirilmek istenen serbest piyasa, emperyalizme tam bağımlı politikaların geçerli kılınabilmesi 1961 Anayasası ile gelen kazanımların geri alınmasını zorunlu kılmıştır; iktidardaki çoğunluk sağ, liberal partiler, yakaladıkları iktidar gücünü modelin yüzde yüz uygulanabilmesinde yeterli görmemişler, ABD öncülüğünde, emperyalizm destekli lüks özgürlükler, anayasatartışmalarını başlatmışlardır.

Çatışmalar, failli meçhul cinayetler, sivil iktidarların anarşi ve terörile baş edememeleri gerekçeleri vitrin, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri özünde, ABD emperyalizminin güdümünde biçilen roller çerçevesinde, Türkiyenin gelişme rotasının değiştirilmesi operasyonlarıdır. Türkiyenin gelişimi, çağdaş demokrasiyi, sosyal devlet ilkeleri içinde yakalayabilme şansı, emperyal çıkarlarla çatışmıştır. Kimi zaman çok açık söylendiği üzere, Türkiye AB tam üyeliği için coğrafi, nüfus, ekonomik, siyasal güç.. olarak fazla büyüktür.

Yeni emperyalizmin gelişme modelinde, jandarmalık, arka bahçe rolü de biçilen Türkiye, ırklar-dinler ekseninde parçalanma olamasa bile, Cumhuriyet birikimlerini, iç örgütlenme, gelişme güç ve dinamiklerini yitirmeliydi. Türkiye için lüks kabul edilen insan hakları, demokrasinin püskürtülmesine yönelik 12 Mart, 12 Eylül darbeleri ABDnin onayında, ABnin kapalı kapılar arkasında desteklemesiyle gündeme gelmiştir. 1977 Ecevit iktidarına günlük döviz için kredi verilmezken, bir tek Almanyanın cunta ilan ettiği 12 Eylül yönetimine, Cumhuriyetin kuruluşundan 1980e kadar yapılmış dış yardımlar toplamının 7.5 katı destek vermesinin başka açıklaması olabilir mi? 24 Ocak kararları, 12 Martta yarım kalmış sosyal devlet, sendikal haklar tırpanlaması, solun silindir gibi ezilmesi olarak gerçekleşmeseydi, hiç uygulanabilir miydi? Türkiye, ırklar ve dinler üzerinden siyasetin önü açılarak Özalizm, şimdilerde Erdoğanizm ile geldiği kirli piyasalar düzeninin kucağına teslim edilebilir miydi?.. Bugünlere geliş 12 Mart, 12 Eylül, küresel saldırının ortak ürünleridir...

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sallanan piramit 26 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları