Olmayacak işler zamanı...

04 Haziran 2018 Pazartesi

Bir zamanlar “asla olmaz” denen şeyler oluyor. Hayır Türkiye’den söz etmiyorum. Türkiye çoktan “absürdistan” oldu. Baksanıza seçimlere hangi koşullarda gidiyoruz. Başbakan Yardımcısı adeta muhalefeti seçimleri kazanmaya çalışmakla suçluyor. Benim aklımda, Atlantik’in iki yakasındaki gazetelerin başlıklarını işgal eden “ticaret savaşları” var.
 
Küreselleşmeden ticaret savaşlarına
Yıllarca “geri döndürülemez, önünde durulamaz” bir küreselleşme sürecinde yaşadığımız anlatıldı. Küreselleşme sürecinde, “devletler ekonomiye müdahale gücünü kaybediyordu”. Mali krizden sonra sermaye hareketlerinde merkeze dönüş yaşanınca, dünya ticareti gerileyince, “küreselleşmenin” geri çevrilebileceğine ilişkin korkuları duyar olduk.
Geçen hafta da 79.8 triyon dolarlık dünya ekonomisinde, bu ekonominin yarısı (39.6 triyon dolar) büyüklüğünde bir bölgede, devletlerin, “küreselleşmiş” olduğumuzu unutup(!) ticaret savaşları başlattığını gördük.
“Yok canım olamaz” diyebileceğimiz işler bu kadarla sınırlı değil. Örneğin, ABD’de Trump, seçimleri “Önce Amerika” sloganıyla kazanmıştı; Çin’den gelen malların ABD sanayisinde yıkıma yol açtığını, işsizliği artırdığını savunuyordu. En son ABD güvenlik belgeleri, ekonomik, teknolojik ve siyasi alanda, Çin’i birinci rakip olarak saptıyorlardı.
Ancak Trump yönetimi, Çin Telekom şirketi ZTE’ye, teknoloji transferini önleme amacıyla koyduğu ağır yaptırımları, Çin Devlet Başkanı’nın telefonundan sonra, “Çin’de işsizliği artırmamak için” askıya aldı. Çin Devlet Başkanı’nı kıramayan Trump, demir çelik ve alüminyum ürünlerine konacak korumacı vergilerden muaf tutulmak isteyen en yakın müttefiklerinin taleplerine kulaklarını kapattı.
ABD yönetimi, Çin’e karşı, yardımlarına gereksinim duyacağı, Meksika, Kanada ve Avrupa Birliği gibi üç ekonomik merkezin demir çelik ve alüminyum ürünlerine yüzde 25 ve yüzde 10 oranlarında gümrük vergisi koydu. Trump yönetimi, otomotiv ürünlerine, yüzde 20’ye ulaşabilecek ithalat vergileri koymaya hazırlanıyor; hem de ulusal güvenlik gerekçesiyle. Kanada Başbakanı Trudeau da haklı olarak, “Her savaşta ABD’nin yanında savaştık. Şimdi bizi ulusal güvenlik tehlikesi olarak gören sözleri hakaret kabul ediyorum” diyor.
Wall Street Journal ve Financial Times gibi yayınlardaki yorumlara bakınca, bu korumacılık önlemlerinin ABD ekonomisinde işsizliği azaltacağını söylemek de kolay değil. Aksine, hem ABD üreticisi için demir çelik maliyetleri artacak, hem de özellikle tarım ürünlerini hedef alan AB yaptırımları, ABD çiftçisinin durumunu daha da zorlaştıracak.
 
Aslında olanlar ‘klasik’
Tüm bu “saçmalıklara” (küreselleşme engellenemez de dahil) karşın tanık olduğumuz manzara aslında bir kapitalizm klasiği. Kapitalizmin krizinden söz ederken Marksist ekonomistler sık sık “aşırı üretim” olgusuna dikkat çekerler. Piyasa ekonomistleri için “aşırı üretim” anlaşılamaz bir kavramdır: Malum “her arz talebini bulur, sonunda piyasalar dengelenir”.
Ancak geçen hafta, ben bu kavrama New York Times ve Financial Times yorumlarında rastlamaya başladım. Hem de bunun küresel bir sorun olduğuna, küresel bir çözüm gerektiğine ilişkin saptamalarla birlikte.
Gerçekten de bu ticaret savaşlarının arkasında, kapitalizmin yapısal krizinin bir dışavurumu olan aşırı üretim / kapasite fazlası sorununun artık, finansal araçlarla, neo-liberal önlemlerle, ötelenemez düzeyde ağırlaşmış olması var.
Bu kapasite fazlası, buna eşlik eden borç yükü tasfiye edilmeden kapitalizm bu krizden çıkamaz. Ancak hiçbir ülke, özellikle büyük güçler, bu tasfiye sürecinin toplumda yaratacağı yıkımın getireceği siyasi sorunları üstlenmek istemez; kendi ülkelerindeki kapasiteyi ve istihdamı korumaya, tasfiye ve yıkımı ihraç etmeye çalışır. Bu eğilim, kısa sürede, siyasi kamplaşmalara, askeri karşılaşmalara yol açar. “Bir daha asla olmaz” denen karanlık işler, önce milliyetçilik, ırkçılık gibi toplumsal hastalıklarla, “demokrasi artık işlemiyor” gibi yakınmalarla, sonra savaşlarla yine dünyanın gündemine oturur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları