Hukuk şiddete alet edilirse!

11 Haziran 2018 Pazartesi

AKP’nin cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın en belirgin özelliklerinden biri, neredeyse hiçbir sınır tanımadan, özellikle de kendisini eleştiren kişileri ve kurumları çok ağır bir biçimde suçlamasıdır.
Başta savcısı olduğunu vurguladığı ancak beş yılın sonunda sanıklarının aklanmasıyla sonuçlanan Ergenekon ve Balyoz davaları olmak üzere, ülke siyasetinin son on beş yılı Erdoğan’ın bu tür çoğu dayanaksız suçlamalarının sayısız örneğiyle doludur.

Yeni suçlama biçimi
Ancak, son günlerde Erdoğan’ın bu suçlama özelliği nitelik değiştirdi.
Erdoğan 3 Haziran’da şöyle bir demeç verdi: “53 Kürt kardeşimin kanı Demirtaş’ın eline bulanmıştır. Bunun bedelini er ya da geç ödeyecektir. Yoksa tarih bizleri affetmez.”
Gizlisiyle-açığıyla ülkenin tüm bilgi kaynaklarını elinde tutan Erdoğan, bu somut suçlamasını kanıtlayan hiçbir belgeyi açıklama gereği duymadı.
2016 Kasımı’ndan bu yana 19 ayı aşan bir süredir tutuklu bulunan Meclis’in üçüncü büyük partisi HDP’nin eş genel başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Demirtaş, üstelik tehdit edilerek, suçlandı.
İzleyen günlerde Erdoğan ekledi: “Bir terörist Cumhurbaşkanlığı’na aday olamaz.” Oysa Demirtaş’ın adaylığı çoktan kesinleşmişti.
Erdoğan daha sonra, 7 Haziran’da bir adım daha attı. “Demirtaş’ı ziyaret teröre destektir.” Böylece hiçbir kanıta dayanmayan ya da tamamıyla içi boş bir suçlama yeni bir suçlama doğurdu; çok doğru bir davranış sergileyerek Demirtaş’ı hapiste ziyaret eden CHP adayı İnce de terör destekçisi olarak suçlanmış oldu.
Sonuçta, Erdoğan, kendisi dışında kalan beş cumhurbaşkanı adayından birini terörist, diğerini de terör destekçisi olmakla suçluyor; suçlayabiliyor.
Bu, olmaz! Neden mi?

‘Masumiyet karinesi’
Günümüzde hiçbir tartışmaya yer vermeyecek biçimde yerleşik temel bir ceza hukuku ilkesi vardır: Suçluluğu kanıtlanıncaya kadar her insan suçsuzdur. Bunun adı masumiyet karinesi ya da suçsuzluk ilkesidir.
Tarihsel kökleri tam 803 yıl öncesinin İngiltere’sine, Magna Carta-1215’e giden, 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nden Türkiye’nin de Avrupa Konseyi kurucu üyesi olarak ta 1950’lerde onayladığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi-AİHS’ye uzanır. AİHS (m. 6). “Bir suç ile itham edilen herkes yasalara göre suçluluğu ispat edilene dek masum sayılır” diyor; bu ilke, bizdekiler dahil hemen tüm anayasa ve ceza yasalarında yer alır.
Erdoğan’ın Demirtaş ve İnce suçlamalarında bu evrensel hukuk ilkesi çok açık bir biçimde çiğnenmiştir.
Türkiye’de kişi dokunulmazlığının güvencesi olan bu hukuk ilkesi geçmişte de çokça çiğnendi.
Ancak bu kez durum gerçekten yaşamsaldır; çünkü ülke, tek kişinin yönetimine dayanan yepyeni bir anayasal yapıya gitmektedir ve bu ilkeyi çiğneyen de bu yeni yapının baş mimarı Erdoğan’dır.
Kaldı ki Demirtaş, savcılıktan iyi hal kâğıdı almış; adaylığının Yargıtay ve Yüksek Seçim Kurulu - YSK süreçlerini tamamlamış ve aday olmuştur. Erdoğan tarafından suçlanması karşısında öncelikle bu iki kurumun Demirtaş’a sahip çıkmaları gerekirdi. Ayrıca Anayasa Mahkemesi ve özellikle de Türkiye Barolar Birliği ve tüm barolar; hukukla ilgili diğer kişi ve kurumlar, hukukun bu en temel ilkesinin çiğnenmesine en güçlü bir biçimde karşı çıkmalıydı.
Yalnız hukukla ilgili olanlar değil, ülkenin siyaseti, basın-yayını, sendikaları ve diğer toplumsal yapıları, hukukun şiddetin aracı kılınmak istenmesini en kesin bir biçimde reddetmedikçe, gerçekte kendi varlık nedenlerini yok saymış oluyorlar.
24 Haziran seçimleri, hukukun, şiddetin ve toplumsal korkunun bir aracı olarak kullanılmaktan kurtulması için çok, çok önemli!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları