Bar Psikoloğu Aydın: Ben normal miyim?

Ferhat Aydın, ODTÜ psikoloji mezunu. İstanbul’da, Gaziantep ve Marmaris’te özel okulların rehberlik biriminde, velilerle ve çocuklarla çalıştı. Bakırköy’de özel bir ofiste, bir sene danışmanlık yaptı. Terapist olmak istiyordu. İşler düşündüğü gibi gitmedi. Barlarda tanıştığı herkes “sence ben normal miyim?” gibi sorular sorunca, yeni bir başlangıç yaptı. Son bir buçuk yıldır yalnızca sahneye çıkıyor.

Yayınlanma: 12.01.2019 - 17:38
Bar Psikoloğu Aydın: Ben normal miyim?
Abone Ol google-news

Fotoğraf: Kurtuluş Arı

Psikolog Ferhat Aydın, sahne adıyla Bar Psikoloğu, psikogösterisiyle dünyada bir ilke imza attı. İstanbul’da Taksim’deki Seksek Bar’da üç buçuk yıl önce psikoloji anlatmaya başladı. Şimdi tüm Türkiye’yi karış karış geziyor. Üniversitelerde, okullarda, şirketlerde, sivil toplum örgütlerinde seminerler veriyor. İki saat süren talk show’un ilk bölümünde Bar Psikoloğu konuşuyor. İkinci bölümde seyircilerin sorularını yanıtlıyor. Destek almaktan çekinenler, psikoloji bilimine inanmayanlar hatta normal olup olmadığından şüphelenenler için bir nevi amme hizmeti. Farkındalık yaratıyor. Önyargıları yıkıyor. En önemlisi de insanları gerçek duygularla tanıştırıyor. “Bizim en büyük sıkıntımız bence, hep iyi hissetmeye odaklı olmamız” diyor. Aydın’la sahne aldığı mekanlardan biri olan Kadıköy’deki Bahane Kültür’de bir araya geldik, terapi tadında bir söyleşi yaptık. “Mutlu olmak zorunda değiliz, çok matah bir şey değil mutluluk’ deyince, içimden bir oh çektim, rahatladım.

Bar Psikoloğu’nun yolculuğu nasıl başladı?

Hayatımın en kötü dönemi dediğim 2015‘te. Çok iyi okulda okudum, deneyimim var. İnsanlar, teyzesi kadar tavsiye verecek kişisel gelişim uzmanına gidiyor da bize niye gelmiyorlar? Bunları düşündüğüm dönemdi. Barda insanlara yanıt verirken, mesleki tatmin hissediyordum. Seksek Bar’ın sahibine dedim ki, “bana hep soruyorlar, hep de aynı sorular...”

Ne soruyorlardı en çok?

Sen psikologsun, peki mutlu musun? Terapiye gittim iyi gelmedi. İlaç kullanıyorum ne yapayım? Ben inanıyorum psikolojiye ama eşim inanmıyor... Madem terapiyi bilmiyorlar, terapiyi bırakayım, anlatayım dedim. Her hafta anlatmaya başladım. Bazen 10, bazen 5 kişi geldi. Bir keresinde bir dayı geldi. Oturduk içtik onunla. Dedim ki ‘yine olmadı.’ Marmaris’e gittim. Bir sene çocuklarla çalıştım. Arada gelip gösteri yapıyordum. Hayalim BKM Mutfak’ta sahne almaktı….

BKM uğurlu geldi yani...

Bir BKM gösterisine sunumsuz çıktım. O zamana kadar en iyi gösteri oldu. Asistanım bilgisayarı getirmeyi unutmuştu...

Kendi ‘normalliğimizden’ biraz uzaklaşıp hafif deliliğe doğru ilerlersek kendimizi daha iyi buluruz diye düşünüyorum. Dinleyenlere şu mesajı veriyorum: İnsan olarak çok garip şeyler yaşamıyorsunuz. Psikoloğa gidin bir şey olmuyor :)

Mutlu olma konusuna farklı bir yaklaşımınız var...

Bence bizim en büyük sıkıntımız, hep iyi hissetmeye odaklı olmamız. Şu olursa mutlu olacağım, bu olursa çok iyi olacak. Altı ay, bir sene sonra yine aynı mantık. Bir türlü olmuyor. Hassan Sabbah, “Bilge insan için mutlulukla mutsuzluk arasında bir fark yoktur. Sadece aptallar ve budalalar mutlu oldukları için sevinirler” diyor. Çok matah bir şey değil mutluluk. Zaten olamıyoruz da. Hep mutluluğun peşinden koşarak olmaz, tam anlamıyla bir huzur mümkün değil. Tü kaka dediğimiz diğer duyguların da ihtiyacımız olduğunu fark etmekten geçiyor insan olmak. Şaşırmak, kaygılanmak, stresli olmak... Hepsi uygun seviyerlerde işimize yarıyor. Mutsuzlukta bir sıkıntı yok ama uçta olursa depresyon. Kaygı günlük hayatını etkilerse kaygı bozukluğu. Gülmekte, neşelenmekte bir problem yok. Uçta yaşandığında manik olarak değerlendiriliyor.

Terapi temel olarak bize bunu mu öğretiyor?

Terapi, aslında gerçek olmayan oyunu bozan bir şey. Sana öyle öğrettiler ama bak o öyle değil... Mesela, dünya adil bir yer değil diye bir çok insan isyan ediyor. Ama dünyanın adil olduğunu bize söyleyenler zaten yalan söyledi, sıkıntı orada. Dünya adil bir yer değil. Ben hep iyilikten kaybettim diye de bir şey var…

Öyle değil mi ama? :)

Kazanmak için iyilik yapıyorsan zaten o başka bir şey oluyor. :) Bir de şu vardır: Benim başıma hep bunlar gelir. Hayır. Herkesin başına her şey geliyor. Terapi gerçekçi alternatif bakış açılarını ortaya çıkarmaya çalışıyor aslında. Zor ama, insan olmak zor.

Terapi yapmak de zordur...

Zor, bence bir sanat zaten o. Ama kişisel gelişimcilerin söylediği gibi, iletişim sanatı, ilişki sanatı gibi bir şey değil. Jeffrey Kottler, “karanlıkta yürümek gibidir” diyor terapi için. Terapist de her gelen kişinin biricik dünyasını anlamak üzerine kafa patlatıyor, formülleri hazır beklemiyor. 400 terapi ekolü var.

Terapi ne kadar sürmeli?

Psikanalize giderseniz beş sene ‘sürebilir.’ Ama terapi bitmez aslında. Ne için gittiğiniz önemli. Panik atak için gidiyorsanız 6- 12 seans arasında tahmini. O da düzenli giderseniz, ödevleri yaparsanız… Ama diyorsanız ki kendimi tanımak istiyorum. Bitmez, terapistiniz de o süreçte değişiyor.

Kendimizi tanıyamadan mı öleceğiz?

Aynen öyle... Farklı görüşler var ama bence terapide hedef olmalı. Gittiğimizde, hedefe vardığımızda bunu bilebilmeliyiz. Taksiye bindiğinizde şoför “nereye” diye sorar. Siz de gitmek istediğiniz yeri bilirsiniz.

Siz tanıyor musunuz kendinizi?

Gerçeğin peşinde olarak tanımlıyorum kendimi, gerçeği bulamayacağımı bile bile... Yoldayız hepimiz. Simyacı gibi biraz. İnsan gerçeğin peşinde, bir yandan da savunma mekanizmalarıyla gerçeği kapatmak için her şeyi yapıyor. İkilemi, çatışması buradan geliyor. Bana “ne yapıyorsun” diye sorduklarında, “insanlarla derinlikli muhabbet ediyorum” diyorum. Bu besliyor. Bence insanlar, yüzeyselden çok derinlikli muhabbete yaklaşsınlar. İnsanın dermanı yine insan çünkü.

Terapist nasıl olunuyor?

Psikoloji, psikiyatr ve psikolojik rehberlik danışmanlık bölümlerini okuduktan sonra üç dört yıllık eğitim var, lisans gibi. O bitince de süpervizyon almaya devam ediyorsunuz. Kendi terapi süreciniz var. Terapist olmak on seneyi buluyor.

Doğru terapisti nasıl bulacağız?

Bar Psikoloğu işte bu yüzden var :). Gitmeden önce hangi konuda çalıştıklarını araştırmalısınız. Kendi durumunuza uygun bir ekolle mi çalışıyorlar? Sadece panik bozukluğum gitsin istiyorsanız, bilişsel davranışçı terapiye gideceksiniz. CV önemli ama dünyanın en iyi terapistine gidersiniz, size iyi gelmez çünkü çok dinamik var. Ama söylediğim eğitimlerden geçmesi gerekiyor.

Psikoloji ve kişisel gelişim arasında bir karmaşa var gibi geliyor bana...

Evet, at izi it izine karıştı diyebilir miyim? Bir bölümü işinin hakkını vermeye çalışıyor, etik bakıyor. Diğerleri piyasaya oynuyor: “Bu tutuyor abi, insanlar bunu istiyor,” İnsan her şeyi ister. Ama insana iyi gelecek şey ne? İyi hissettirecek şey demiyorum. Çünkü mutsuzluk da insana iyi gelir.

Herkes kişisel gelişim uzmanı olabilir mi?

Ofisi kiralayın, tabelayı asın, kimse size ne yapıyorsunuz diye sormaz. Olur da şikayet edilirseniz, ‘terapi yapmıyorum’ der çıkarsınız. Bitti.

İnsanlar, birinin, şunu yap bunu yapma demesine çok mu ihtiyaç duyuyor?

Bence tavsiye sadece verenin işine yarar. Bizim meslekte öyle bir şey yok. Ben “kulağınıza kar suyu kaçsın yeter” diyorum. Herkes kendi yolunda ilerliyor. Oradan bir şey alır, bir cümleden etkilenir, bir söz bir şey düşündürür... Yeri geldiğinde biriktirdiğin odunlara birisi kibriti çakar ve değişirsin. Birini değiştirmek, birine akıl vermek, hayatını yöneteceğim demek çok iddialı. Yalın bilgilere ihtiyaç var. Çocuğunu döversen ileride ne olur? Memleketin yüzde 60’ının bunu duymaya ihtiyacı var bence...

Ne olur?

Bir gün sadece çocuk konuşalım. Kafalar çok karışık. Şunu söyleyeyim, çocuk ağladığı zaman annesini istemez. Ona bakım verecek birini ister. Bu zamana kadar annelere çok yüklendik.

Peki şunu kabul ediyor musunuz, hastalıklarımızın nedeni stres mi?

Bütün doktorlar anlaşmış gibi bunu derler, ben de katılıyorum. Kronik stres hastalık yapıyor. Stresi yönetmeyi beceremediğinizde, sürekli hayata isyanla baktığınızda, şikayet ettiğinizde, kronik bir stres oluşuyor, bu her şeye zarar veriyor, kalp başta olmak üzere… Anlamsızlık çağındayız, varoluşsal psikoloji açısından bakarsak. Kimse ne için yaşadığının çok farkında değil. Farkında olmamak depresyona götürüyor.

Ne yapmak lazım?

Kendimizle ve insanlarla ilgili ne düşünüyoruz? Dünyanın nasıl bir yer olduğuyla ilgili ne düşünüyoruz? Bu düşünceleri masaya yatırmak lazım. Sen nasıl bir insansın? “Beceriksiz, bir ilişkiyi bile yürütemeyen, başarılı olamamış bir insanım” diyorsanız, ben size şunu sorarım. Başarı ne demek? Ahiret sorusu gibi kurcalıyoruz aslında. “İnsanlar güvenilmez, dünya kötü bir yer” dersen, “Hayır. Bazı insanlar güvenilir. Dünyada çok da güzel şeyler oluyor” derim. Dünya bunların hepsi. Burası bu kadar işte. Gerçekten yaşadığını hissetmekle, iyi hissetmek arasında çok fark var. İyi hissetmek çok iyi bir nane değil. Düştüğünde anlıyorsun, dünyanın nasıl bir yer olduğunu. Düşmeye fırsat vermediğimiz için tam anlamıyoruz. Her şey zıddıyla var.

Korkuyoruz…

Feci korkuyoruz ama düşssek daha kuvvetli kalkacağız.

İnsanlar sizi neden izlemeli?

Kendinizi kontrol ediyorsunuz bir nevi. “Normalmişim sıkıntı yok” diyen de, “Yardım alayım” diyen de oluyor. Çok iyi geri bildirimler aldım. İnsanların zihnine veya kalbine dokunacak bir şey söyleyebilmek mutlu ediyor. 25 üniversiteye gittim. Ciddi bir potansiyel var. Acayip geliyorlar, ben çok umutluyum ama yapılacak çok şey var. 20 yaşındaki bir çocuğun hayatını ne kadar değiştirebilirsiniz seminerle, bilmiyorum. Okul öncesine ve ilkokul yıllarına yatırım yapmamız gerekiyor. Kritik mesele bence o. Tohum orada atılıyor. Bunun bir devlet politikası olması lazım. Psikoloji hala lüks.

Bardaki gösterilerde beklenmedik şeyler oluyor mu?

“Ama sen de mutsuzsun” diyerek, alkolün dozajını kaçırıp sahneye yürümeye çalışanlar oldu. Genelde, hem keyifli vakit geçirelim hem de birşeyler öğrenelim motivasyonu daha ağır bastı. Ağzıyla içen bir kitlem var, memnunum.

Kimler geliyor daha çok?

Ağırlıklı 25-45 yaş arası. En küçük15 ve en büyük 82 yaşında izleyicim de oldu.

Yaralı şifacılarız, iyileştirerek iyileşmeye çalışıyoruz ama keşiş değiliz...

SİYASET

Bence dövüşmeyi de bilmiyoruz. Eskiden liderler, mizahi bir şekilde, dil becerileriyle dövüşüyorlardı, şu anda herkes birbirine bel altı vuruyor. Kimse kendini ifade etmeyi bilmiyor. Bunu bilerek yaptıklarını düşünüyorum. “Oturduğum yerden, yetersizliğimle, savunduğum politik görüşten siyasetçi bel altı vurunca, ‘oh be, lafı ne güzel koydu’ diyorum, o kişi de o yüzden yapıyor bunu. Burda kültürel bir şey devreye giriyor. Biz öyle insanları tutuyoruz. Engin Geçtan, “Kolektif narsizim diye bir şey var” der. Toplumsal olarak yetersiz hissetme hali... Bunu dillendiremediğimiz için de ortaya‘Türk’ün gücünü Avrupa’ya gösterdik” diye bir şey çıkıyor.

ERKEKLER

Erkeklerde kuyruğu dik tutma çabası var. Toplumun alt mesajları yüzünden, erkeğin ağlaması, üzülmesi, güçsüz görünmesi yasak. İçlerinde birşeyleri biriktirmek zoruna kalıyorlar. Bu da bir süre sonra öfke olarak ortaya çıkıyor. Erkek şiddetini konuşurken, failin erkek olduğunu ama sorumlusunun toplum olduğunu unutmamak lazım. Asıl güç, güçsüzlüğümüzün farkında olmak.

ÖFKE

Kötü olan öfke değil öfkenin şiddete, saldırganlığa dönmüş hali. Çocuklarımız sinirlendiği zaman onları direkt cezalandırıp, kızıyoruz. Çocuk aslında çok doğal bir öfke duygusu yaşıyor. Öfkenin kötü bir şey olduğunu düşündüğü andan itibaren öfkesini bastırmaya başlıyor ve bu sıkışmış kızgınlık, ileride ya şiddet olarak ya depresyon olarak çıkıyor. Bizim için de, çocuklar için de, öfke de can sıkıntısı da üzüntü de çok olağan, normal duygular. Bu duyguları sindirmemiz önemli. Öfkeyi dile getirmeyi bilmiyoruz.

İSTANBUL

Gerçekten neye ihtiyacın var? Bunu bilmezsen çok zor. Trafikte öfkelenmek yerine vapura bin, deniz gör. Kendine zaman ayır. Ben yalnız başıma sahilde yürürüm. Vapura binerim. Hiçbir şey yapamasam adalara gidip geliyorum. Kendilerine bakım vermeyi ihmal etmesinler, çünkü bir süre sonra ya tükenmişlik sendromu ya da depresyonla karşılaşabilirler. İstanbul gibi kültürü olan bir yerde farklı vitaminlerle kendilerini beslesinler.

KİTAP

Engin Geçtan ve Yankı Yazgan, en çok sevdiğim Türk yazarlar. Geçtan’ın, İnsan Olmak, Zamane kitaplarını önerebilirim. Emre Konuk da üstatlardan... Hocam Mehmet Şakiroğlu, Kapat! Çocukları Sanal Dünyada (N) Koruma Kılavuzu adında bir kitap yazdı. Günümüzün derdini anlatıyor. Bir de Rollo May. 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler