Büyük koğuşun ünlüleri

Büyük koğuşun ‘misafirleri’ THKP-C ile THKO’nun üyeleriydi. Bir de 12 Mart döneminin ünlü TKP iddianamesine sokuşturulmuş TİP’liler, bağımsız sosyalistler, aydınlar, gazeteciler…

Yayınlanma: 03.05.2015 - 22:51
Abone Ol google-news

AYDIN ENGİN ANLATIYOR

‘Cezaevi sanki yatılı okul yatakhanesi gibiydi

“Gözaltılar için kullanılan Selimiye Kışlası kalabalıklaşınca Maltepe Zırhlı Tugayı içindeki er koğuşlarından bozma iki katlı bir bina alelacele hapishaneye dönüştürülmüştü. Üç bölümden oluşan derme çatma bir hapishaneydi.

Alt kat askeri tutuklulara ayrılmıştı. ‘83’ler davası’ olarak bilinen, THKPC’ye yakın duran, kamuoyunda “Sarp Kuray ve arkadaşları” olarak anılan, Deniz Harp Okulu öğrencilerinden oluşan bir grup ve Numan Esin gibi eski Milli Birlik Komitesi üyesi emekli subaylar, alt kattaki koğuşlardaydı.

Üst kat ise biri büyük, biri küçük iki koğuş ve hapishane yönetimine ait idare odasından ibaretti.

Taş çatlasa 25-30 kişi kapasiteli küçük koğuşta İlhan Selçuk, Şiar Yalçın, Şadi Alkılıç gibi aydınlar, Nihat Sargın, Vecdi Özgüner gibi eski tüfekler, İzmitli sendikacı ve devrimciler kalıyordu.

Ağır topların koğuşu

Ve büyük koğuş: Bir ana koğuş ve ona bağlı yan koğuşa 110 tutuklu pek de zorlanmadan sığabiliyordu. Ayrıca üstü demir parmaklıklı bir volta ve yemek salonu, onların da önünde beş altı görüş hücresi… Büyük koğuşun güney cephesinde çok uzaktan belli belirsiz denizin görüldüğü iki kocaman demir parmaklıkla kaplanmış pencere vardı.

Büyük koğuşun ‘misafirleri’ ağırlıklı olarak THKP-C ile THKO’nun üye ve sempatizanlarıydı. Bir de 12 Mart döneminin ‘torba davası’ olarak ünlü TKP iddianamesine sokuşturulmuş TİP’liler, bağımsız sosyalistler, aydınlar, gazeteciler...

THKP-C’liler arasında Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Necmi Demir gibi ağır toplar vardı.

THKO’lular arasında ise Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Oktay Kaynak, Osman Bahadır, Metin Yıldırımtürk hemen hatırlayıverdiklerim... Kuşkusuz dönemin çeşitli ve irili ufaklı sol örgütlerinden birer ikişer kişi de büyük koğuşta yerlerini almıştı.

Dündar Kılıç, Sultan Demircan gibi yeraltı dünyasında ün kazanmış mafya babaları ile 9 Mart 1971’deki başarısız darbe girişimine destek oldukları için tutuklanmış yüksek rütbeli iki polis şefi de -biri İstanbul Siyasi Şube Müdürü- büyük koğuştaydı.

İşkenceden gelenler

Hasılı şenlikli bir koğuştu. Yaşam koşulları da -büyük firara kadar- epey rahattı. Hele İstanbul’da Sansaryan Han’ın en üst katındaki işkence hücrelerinden gelenler için arkadaşları, dostları, yoldaşları ile yeniden bir araya geldikleri, okuyup, tartışıp, eğlenebildikleri bir yerdi. Daha sonraki yıllarda hapishaneleri, hele askeri hapishaneleri tanıyanlar için 1971’in Maltepe Askeri Hapishanesi, neredeyse yatılı okul yatakhanesi gibiydi.

İcraatın içinden

Hapishane Müdürü Yarbay İrfan’ın talebi ve THKO ve THKP-C tutuklularının ortak önerisiyle büyük koğuşun sorumlusu oldum.

İlk icraatım:

Koğuş boşaltıldı. Bütün tutuklular günde bir saatlik bahçe havalandırmasının o gün dörtbeş saate çıkmasının tadını yaşadılar. Tugay itfaiyesi geldi. Çok basınçlı suyla önce tuvaletlerin kronik tıkanıklığı yok edildi. Ardından koğuş zemini deterjanlı suyla bir güzel yıkandı. Ranzaların altında birikmiş yüzlerce sahipsiz tokyo, terlik toplandı ve bahçeye yığıldı. İlk icraat bittiğinde pırıl pırıl yıkanmış ve mis gibi deterjan kokan bir koğuşumuz oldu. Hapishane yaşamında bunlar küçük ama keyifli anlar ve anılardır. Herkes keyiflendi.

Sabahattin Eyüboğlu hariç. Fır dönüyor, ranzasının altını üstünü araştırıyor; yatağını kaldırıp altına bakıyor, çantasını, ona kıyak olsun diye hünerli bir tutuklunun yapıp başucuna koyduğu kitap rafını yeniden ve yeniden araştırıyor.

Kadim dostu Vedat Günyol fark etti ve beni uyardı. Yanına gittim. Ne aradığını sordum.

‘Peynirim. Peynirimi bulamıyorum Engin’ dedi. Birlikte aradık, yok. Koğuşu temizlerken sorumluya destek veren birkaç tutuklu genci toplayıp ‘Oğlum Sabahattin beyin peynirini biriniz mi aldı’ diye sordum ve sorduğuma da utandım.

Olacak iş değildi. Tam “Valla biz de bilmiyoruz Sabahattin bey” diyecekken –yanılmıyorsam- Metin Eşrefoğlu samimi bir şaşkınlıkla ‘Yav ben onun yatağının başucundan pis bir şeyi bulup şu aydınlık penceresinden dışarı attım’ deyiverdi. Bitişik er yatakhanesi ile bizim koğuş arasındaki bir metrelik aralıkta sahiden de küçücük ve buruşuk bir alüminyum folyoya sarılmış bir paketçik görünüyordu. Sabahattin beyin gözleri parladı, çocuk gibi el çırptı:

‘Evet, işte orada. Benim peynir o...’

Yarbay devrede

 İçimizden bir sivri akıllı çengelli iğneyi açıp, ucuna ip bağlayıp olta gibi bir aygıt yaptı. Aşağı salladı, o küçük paketi çekmeye çabaladı. Şöyle bir 10 santim kadar yukarı çekti de. Ama paket kaydı ve düştü. Sonraki denemelerde o kadar bile yükseltemedik.

Koğuş sorumlusu olmanın sorumluğuyla Hapishane Müdürü İrfan Yarbay’a çıktım. Anlayışlı adamdı. Birlikte çıktık. O aralıktan sorumlu nöbetçi erden ‘peynir paketçiği’ni uzatmasını istedik.

Erin o küçücük buruşuk paketin peynir paketi olduğunu kavraması epey zor oldu. Sonunda aldı ve Yarbay’a uzattı. İrfan Yarbay aldı, kokladı ve yüzünü buruşturarak bana uzattı.

‘Kıs kıs güldük’

Ben de kokladım ve koğuşa dönüp yüzümü buruşturarak Sabahattin Eyüboğlu’na uzattım. Sabahattin Eyüboğlu kutsal bir emanet gibi paketçiği aldı ve açıp küçücük bir parçayı ağzına aldı; yedi. Su yüzü görmemiş çorapla giyilmiş asker postalı gibi kokan peynir ‘tahammür etmiş’ Camamber idi.

1971 yılında, Maltepe askeri cezaevinde Sabahattin Eyüboğlu dışında da Camamber peynirini yemek ne söz, adını duyan bile yoktu. O yüzden ona çaktırmadan kıs kıs güldük.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler