‘Bunun adı hukuk bunalımı’

KHK ile ihraç edilen Anayasa Profesörü İbrahim Kaboğlu, birikimiyle ülkenin ‘normalleşmesi’ için CHP’den aday olduğunu söyledi. Kaboğlu, “Şu anda en büyük bunalım, ‘hukuk bunalımı’dır. Bu, ‘anayasasızlaşma eşiği’ olarak da görülebilir. Hukuka ve anayasaya dönüş yıllar alacak” dedi.

Yayınlanma: 23.05.2018 - 22:53
Abone Ol google-news

Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, KHK ile Marmara Üniversitesi’nden uzaklaştırılsa da anayasa çalışmalarını ara vermeden sürdürüyor. Çocukların korunduğu bir anayasanın nasıl olması gerektiğini madde madde anlattığı son kitabı, “çocuklar ve anayasa” Tekin Yayınları’ndan çıktı. Kaboğlu, şimdi, anayasal birikimiyle ülkenin ‘normalleşmesine’ katkıda bulunmak üzere CHP İstanbul birinci bölgede, birinci sıradan milletvekili adayı oldu. Kaboğlu ile yeni kitabını ve adaylığını konuştuk. “Şu anda, her halde en büyük bunalım, ‘hukuk bunalımı’dır. Bu, ‘anayasasızlaşma eşiği’ olarak da görülebilir. Hukuka ve anayasaya dönüş yıllar alacak. Bu sürece, insan hakları ve anayasa alanındaki birikimimle TBMM yoluyla daha somut ve etkili katkı sağlayabileceğime inanıyorum” diyor.

- Çocuksuz bir anayasa nasıl bir metin olur?

Çocuksuz anayasa, sadece Türkiye nüfusunun beşte birini yok saymak anlamına gelmez, anayasal gelecek de yok sayılmış olur. Daha doğrudan deyişle, çocukların geleceği ipotek altına alınmış olur. Anayasa, eğer bir ‘toplum sözleşmesi’ ise çocukları dışlayan bir sözleşme toplumsal olamaz.

Çocuklar KHK mağduru

- Anayasal düzene uyulmaması çocukları nasıl etkiliyor?

Anayasal düzenlemelere uyulup uyulmaması, çocukları yetişkinlerden daha fazla etkileyebilir. Soma faciasında 301 madencinin yaşamını alan kazanın ardından öksüz yüzlerce çocuk, yaşamları boyunca bunun acısını hissedecek. Soma faciası, sosyal devletten sosyal haklara uzanan anayasal hükümler zincirinde, düzenleme, denetleme ve yaptırım üçlüsüne uyulmamasından kaynaklandı. Ama bu, anayasanın, yaşam hakkı başta, bütün hak ve özgürlükleri daha etkili bir biçimde güvence altına alma gereğini göz ardı ettirmemeli... Bu nedenle, anayasa, hep söylediğim gibi ekmek-su-hava kadar önemli. Anayasada çocuk haklarını güvence altına almak yetmez. Kişi özgürlüğü ve güvenliğine ilişkin usul kurallarına uyulmaz ise mesela sabahın köründe evi basan kolluk görevlilerini gören çocuklar, hak ihlallerini aşan bir travma yaşar. Yine, yetişkinlerin hak ve özgürlüklerinin sınırlı olduğu bir anayasa, örneğin sosyal haklar, sendika, grev, toplu sözleşme gibi, çocukları haydi haydi etkiler. Kuşkusuz anayasa yazımı, aynı zamanda teknik bir konu: Öncelikle, kuralı koyan, uygulayan ve denetleyen organlar birbirinden ayrılmalı.

- Siz ‘çocuklar için anayasa’ derken, iktidar çocuk istismarı konusunda 18 yaşına kadar herkes çocuktur ilkesini bile görmezden geliyor...

Çocukları istismardan korumanın en etkili yolu, çağdaş ve nitelikli bir eğitimden geçer. Ayrıca, bu konuda, kesin anayasal yasak koymak gerekir. Seçilme yaşını bir anda 25’ten 18’e indiren, öte yandan Anayasa sürecinden çocukları sürekli dışlayan bir anlayış ve çocuğa aile kurdurarak ağır sorumluluk verme eğilimi arasında büyük bir çelişki var...

- Kitaptaki önerilerinizin hepsi ayrı ayrı önem taşıyor ama sizce hangi konu acil ve öncelikli olarak ele alınmalı?

Çocuklara ‘vicdan, inanç ve din’ özgürlüğü üzerine genel bilgi vermek önemli. Hak ve özgürlükler çatışması ve uzlaşması bakımından en duyarlı sorunlardan biri bu. çocuklar ve anayasa açısından bakıldığında, anayasa ve ilahi kitap ayrımını yapmakta yarar var. Her ilahi kitap ‘mutlak hakikat’ iddiasını taşır. Anayasa ise, dünyevi ve toplumsal ihtiyaçlar ekseninde yazılır, farklı düşünce, görüş ve inançları güvence altına alır. Anayasa, kimseye belli bir din ve inancı dayatmadığı gibi ‘mutlak hakikat’ ile ilgilenmez. Bu nedenle, din dersleri zorunlu değil, seçimlik dersler olarak düzenlenir. 24 Haziran sonrası iktidar değişirse, çocuklar aleyhine olan 16 yıllık geriye gidişin izleri kolay kolay silinir mi? Neredeyse bir kuşağı içine alan çocuklar, askeri darbe veya savaş olmadığı halde hep korku ortamında büyüdü ve yetişti. Öğrenciler, denek haline getirildi. Çocukların çalıştırılması ve sömürülmesi de pek yaygın. Çocuklar, yetişkinler kadar OHAL KHK’lerinin yarattığı yargısız infazların muhatabı ve mağduru oldular. Ayşe Öğretmen’in yargılanmasını hatırlayalım... Ayşe Öğretmen’in sözleri, kesinlikle özgürlükten alıkoyma yaptırımını gerekli kılmaz, üstelik, bebeğine karşın hapse konulması, bebeğin sağlıklı gelişme ve büyüme hakkını da zedeler... Olağanlaşma için en az bir kuşak gerekir ve buna hukuktan başlamakta yarar var. Önce OHAL kaldırılmalı. Sonra, olağan hukuk düzenine ve anayasal düzene dönülmeli. Nihayet, kapsamlı eğitim reformu uygulanmalı.

Seçimler dönüm noktası

- Kitap dışı bir soru. Milletvekilliği adaylığına nasıl karar verdiniz?

Bildiğiniz gibi ulusal ve uluslararası ölçekte, uzmanlık alanıma giren konulardaki araştırma ve yayınlarım devam ediyor. Sadece ‘anayasa bilgilendirme toplantıları’ ile yetinmeyip, ’demokratik anayasa’ seçeneği konusunda önemli bir alt yapı çalışması gerçekleştirdik... Şu anda, Türkiye’nin çok yönlü kriz sarmalına sürüklendiği muktedirlerce de itiraf edilmiş olsa da, herhalde en büyük bunalım, ‘hukuk bunalımı’dır. Bu, ‘anayasasızlaşma eşiği’ olarak da görülebilir. Hukuka ve anayasaya dönüş yıllar alacak... Bu sürece, insan hakları ve anayasa alanındaki birikimimle TBMM yoluyla daha somut ve etkili katkı sağlayabileceğime inanıyorum.

 

BARIŞTAN KİM KORKAR?

- Kitabınızda çevre hakkı, barış hakkı gibi kavramları irdeliyorsunuz. Çocuklar için barış ortamını sağlamakla yükümlü devlet, barış demeyi neden suç unsuru olarak görüyor?

Devlet, yaşam hakkı karşısında çifte yükümlülük altında. Yaşam hakkının bileşeni olarak barış hakkı karşısında devletin yükümlülüğü de çifte. Çocuklar, bunun en duyarlı halkası. Çünkü, çatışma ve savaş ortamından en çok zarar gören çocuklar. Bu nedenle, çocukların barış içinde yaşama hakkı, devlet yükümlülüğünün üçüncü halkasını oluşturur. Dahası, barış ortamının bozularak çatışma ve savaş halinin başlaması, ‘toplu güvenlik’ sorunu yaratacağından, yükümlülük bakımından dördüncü halka olarak nitelenebilir. Bir Japon sözü, ‘iktidarın olduğu yerde insan hakları sorunu vardır’ der. İktidarı, hukuki yetki yerine ‘mutlak güç’ olarak algılayan anlayış, barış sözcüğünden bile korkar.

Anayasaya aykırı seçim

-OHAL’de seçim konusunda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye, 20 Temmuz 2016’dan bu yana resmen olağanüstü yönetim altında. AK Parti iktidarları dönemi, olağan dışı üç kavram ile özetlenebilir: İstikrarsızlık, anayasasızlaştırma ve olağanüstü hal. Resmi OHAL dönemi ile sınırlı kalacak olursak; OHAL yetkilerinin anayasaya aykırı bir şekilde kullanılması ötesinde, gerekmediği halde, OHAL ortam ve koşullarında anayasa değişikliği yapıldı. Değiştirilen metinde, seçimlerin 3 Kasım 2019’da yapılması hükme bağlandı. Ne var ki, seçimlerin 16 ay öne alınması, birbirine tamamen zıt açıklama yapan iki parti başkanının 24 saat içinde aldıkları ve TBMM’ye dayattıkları ‘seçim kararı’, birçok yönden anayasaya aykırı olduğu gibi demokratik teamüllerle de bağdaşmıyor.

- Neden bu yola başvuruldu sizce?

Şöyle ki, OHAL ilan nedeni olarak kullanılan anayasanın 120. maddesinde öngörülen koşullar bulunmadığı halde OHAL’in sürdürülmesi, keyfilik olup sakıncalıdır. Bu keyfi ve sakıncalı uygulama ortamında, gerekmediği halde, seçimlerin fazla öne çekilmesi ve iki aylık zaman dilimine sıkıştırılması, anayasaya aykırılığın ve keyfiliğin ötesinde, tamamen anti-demokratik olup, siyasal iktidarın el değiştirmesini önlemeye yöneliktir. Bu nedenle 24 Haziran seçimleri, olağan bir seçim sürecinin ötesinde demokrasi mücadelesinin dönüm eşiği olarak görülmeli. Bütün yurttaşların bu bilinçle, olup bitenler konusunda iyi bilgilenmesi, çevresi ile bunları paylaşması ve seçim sandığına gitmesi gerekir. Bununla da yetinmeyip, sonuçlar kesinleşinceye kadar da uyanık olunmalı...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler