Özgürlük ve yaratıcılık

14 Ağustos 2014 Perşembe

Dünyanın en köklü opera festivallerinden biri Verona Festivali, bu yıl 101. yılını kutluyor. 30 bin kişiyi oturtabilen Roma döneminden kalma dev bir arena... Her akşam bir ayin niteliğinde yer alan bir şölen... Daha hava tam kararmadan dolmaya başlayan sıralar... Sonra geleneğe uygun olarak seyircilerin yaktığı mumlar... Göz kırpan binlerce ışık... Büyülü bir atmosfer...

‘Maskeli Balo’ ve Viva Verdi!
Bu yıl festivalin açılışı Verdi’nin olgunluk eseri “Un ballo in Maschera” (Maskeli Balo) ile yapıldı. Eser, yıllarını tiyatro ve opera dünyasına adamış mimar, sahne tasarımcısı Pier Luigi Pizzi’nin rejisine teslim edilmişti .
Verdi’nin bu eseri, Napoli ve Roma sansürü tarafından yasaklanmıştı. 18. yüzyılda öldürülen İsveç Kralının öyküsü özgürlük ve bağımsızlık isteyenlere kötü örnek oluşturabilir endişesi... Verdi, “olay”ı Amerika’ya Boston’a taşıyarak sansürü atlatmıştı. Ve ilk sahnelenişinden (1859-Roma) başlayarak çok popüler olmakla kalmadı “Viva Verdi”sloganına da ön ayak oldu.
Verdi, İtalyan ulusalcılığı ve “İtalya Birliği” hareketiyle bütünleşen besteci. Ancak “Viva V.E.R.D.İ”nin anlamı farklı. “Vittorio Emanuele, Re d’İtalia” yani “İtalya’nın Kralı Vittoria Emanuele Çok Yaşa” akrostişi! Dönelim Verona’ya:
Verona Arenası Orkestra ve Korosu’nu genç şef Andrea Battistoni yönetiyordu. Daha ilk andan dinleyiciyi avucunun içine alan bir maestro. Romantik aryaları, düetleri sonuna dek yücelten bir yorum.
Pier Luigi Pizzi’nin rejisi, bence tiyatro egemenliğindeydi. Eserin politik yanı vurgulanıyordu: Özgürlük, vatanperverlik ile aşk, tutku, isyan arasında denge sağlanmıştı... Sahneyi iki katlı neo klasik dekor kaplamıştı. kalabalık sahnelerde Pizzi, teatral ustalığını konuşturuyordu. Kocası Renato (Bariton Dalibor Jenis) ile Boston Valisi Riccardo (Tenor Stefano Secco) arasında, sadakat - aşk- vazife arasında gidip gelen Amelia rolünde Arjantin’in parlayan yıldızını, soprana Virginia Tola’yı izlemek büyük keyifti.

Fütürist ‘Aida’
Verdi’nin en popüler eseri “Aida” Verona’da her yıl sahnelenir. Ancak bu yılın programında iki “Aida” vardı. Zeffirelli’nin klasik “Aida”sı ve Katalan tiyatro topluluğu La Fura dels Baus’un rejisiyle sahnelenen “Aida”. (Bu radikal topluluğu İstanbul Tiyatro Festivali izleyicileri anımsayacaklar.) Seçimimi Fütürist “Aida”dan yana yaptım.
Elemanları, oyuncu, trapezci, akrobat, vb. olan topluluk esere bir ön oyun eklemişti. Avrupalı kâşifler Mısır çöllerinde diye özetleyebileceğim 20 dakikalık ön oyunda kalabalık bir kadro (işçiler) çölü kazdı. İşçileri denetleyen uzay - safari kılıklı kolonyalist denetimciler... Kumun altından çıkan dev bir heykel (birbirine sarılmış kadın -erkek) parçalara ayrılıp elden ele dev sandıklara yerleştirilip Avrupa müzelerine doğru yola çıkarken biz akıllı izleyiciler Süveyş Kanalı kazılarını düşündük. Heykeldeki kadın ve erkek Aida ile Radames’ten başkası olamaz dedik. Zaten o anda da maestro Julian Kovatchev, orkestraya “başla” komutunu vermişti! Ve adeta bir “flash-back” ile “Aida” başladı.
O andan sonra teknolojik gelişmeyle eski Mısır uygarlığına hayranlık iç içe geçti. Tüm sahne olayı ortadaki iki vinç ve ışık üzerine kurulmuştu. Vinçler ve akrobatlar dev bir ayı gökyüzüne asmakla kalmadı; zafer geçit töreni boyunca da (2. perde) vinçlerin arasına güneş panolarından oluşan devasa bir “güneş aygıtı” ya da totem kurdular. Finalde, mezara gömülen Aida (Maria José Siri) ve Radames’in (Marco Berti) üzerine “dökülecek” olan o güneş panoları, onları karanlığa değil, sonsuz gün ışığına gömecekti. İşte aşkın zaferi!
Bu “Aida”da filler, atlar, develer, tel ve çelik borulardandı.
3. perdede o en duygusal perdede, sahne zemini suyla kaplanmıştı. (Gerçek su, yanılsama değil.) Herkes, kora, dansçılar diz boyu Nil Nehri’nde oynaştı... Suda dolaşan timsahlar - onlar gerçek değil... Işıklı hareketli sazlar... Gerçeküstü gölge onları muhteşemdi. Opera boyunca fonda çöl dağları (kum rengi balonlar, heykeller ) yükseldi, büyüdü, yer değiştirdi.
Carlus Padrissa ve Alex Ollé’nin sahneye koyduğu bu prodüksiyonda o kadar çok yaratıcı buluş, atraksiyon vardı ki, Verdi’nin o canım müziği, muhteşem aryalar ikinci planda kalıyordu.
(Devamı yarına)  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları