‘Primadonna ve Yalnızlık…’

09 Eylül 2018 Pazar

Bu yıl, Leyla Gencer’in aramızdan ayrılışının onuncu yıldönümü… Üç dev kuruluş, Milano’daki La Scala Operası, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, bir de Borusan Sanat, 20. yüzyılın bu çok değerli sanatçısını çeşitli etkinliklerle anıyor. Öbür gün (11 Eylül’de) Borusan Müzik Evi’nde açılacak olan Yekta Kara’nın küratörlüğündeki “Primadonna ve Yalnızlık” sergisi de bunlardan biri…
Sergiye geçmeden önce nicedir içimden geçeni sizlerle paylaşmak istiyorum.

Ülkem beni hatırladı
Sanki bin yıl önceydi… “Leyla Gencer: Tutkunun Romanı” kitabımı yazmaya karar verdiğimde yıl 1988’di. Arkamda, önümde, yanımda ne İKSV; ne Borusan ne de herhangi bir kurum vardı. Bir tek Leyla Gencer’in bana güveni ve sevgisi vardı. Haksızlık etmemeliyim bir de Çankaya Kültür Vakfı’nın bana sağladığı birkaç İstanbul-Milano uçak bileti vardı. Dört yıl süren çalışma sonucunda, kitabım 1992’de İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıktığında, anında tükenip çeşitli yayınevlerince yeniden yeniden basıldığında; sonra geç de olsa onur ödülleri, fahri doktorluk, altın madalyalar, heykeller vb de gelse, Leyla Gencer’in gülümseyerek söylediği tümce beni hiç terk etmedi… O cümle ironiyle karışık şöyleydi:
“Cicim, senin sayende ülkem beni hatırladı!..”
Yıllar boyu Leyla Gencer’i şuna ikna etmeye çalıştım: Ülkemizdeki gerçek müzik severler, çağdaş evrensel değerleri benimseyenler, onu zaten unutmamışlardı. Genç kuşakların onu tanımasına vesile oldumsa, hayatta bir işe yaradım demektir, ne mutlu bana!
Bugün koca koca kurumların Leyla Gencer için yaptıklarını gördükçe sevincim çoğalıyor. Ve için için, kendime minicik bir pay da çıkarmıyor değilim doğrusu!..

Primadonna kime denir?
Dönelim sergiye… Leyla Gencer kitabımın müzik ve opera danışmanlığını da titizlikle sürdüren Yekta Kara’ya soruyorum, “Nerden geldi bu ‘Primadonna ve Yalnızlık’ teması” diye…
Önce “Primadonna kime denir” sorusuyla yanıtlıyor. Malum ülkemizde bir başrol söyleyene “diva, dünya çapında sanatçı, tanrıça, vb” gibi unvanlar bol keseden verilir.
Oysa Yekta Kara’ya göre her başrol oyuncusu, primadonna olamaz. Kişilik, karizma, geniş bir seyirci kitlesini etkileme ve peşinden sürükleme gücü, dünyanın en büyük, en seçkin tiyatrolarında sahneye çıkabilme, zirvede geçirilen uzun yıllar, kendisinden sonra gelen nesillerin bile aşamadığı üstün başarılar gerekli primadonna unvanını kazanmak için…
Yekta Kara “Yalnızlık” sözcüğünü olumsuz anlamda kullanmıyor. Kendini mesleğine adamak, müziğe, sanata, araştırmaya, kendini geliştirmeye adamak zaten yalnızlığı seçmeyi gerektiriyor.

Bedel ödemek
Yekta anlatıyor: “Leyla Gencer, evrensel boyutta kariyer yapmış, La Scala’da -yani opera evreninin tartışmasız en önemli kurumunda- elli yıl baş tacı edilmiş, hâlâ önünde saygıyla eğildiğimiz ve her zaman eğileceğimiz, ülkemizin yetiştirdiği efsanevi bir sanatçı. Opera sanatçılığının sadece ses ve teknikten ibaret olmadığını kanıtladı… Araştırmacı kişiliğiyle arşivlerde, kütüphanelerin tozlu raflarında sıkışıp kalmış birçok operayı buldu ve yeniden yorumladı. Gençlere ışık tuttu; kendini eğitime adadı, akademi kurdu, yarışmalarla yollarını açtı, yeni yıldızların doğmasını sağladı.”
Ama bunlar karşılığında bedel de ödemek zorunda kaldı. O parıltılı yaşamın; o alkışlarla dolu yaşamın; sahneye tanrıları indirdiği yaşamın gerisindeki yalnızlık ve ödenen bedel… O bedel vatanından, ailesinden, dostlarından, eşinden, tüm sevdiklerinden uzakta yaşamasıydı...
Onun için önce sanatı vardı.
“Primadonna ve Yalnızlık” sergisinde Leyla Gencer’in sahnedeki şaşaasından çok İKSV arşivinden seçilmiş, onun insani boyutunu ortaya çıkararak ve çoğunu ilk kez göreceğimiz fotoğraflar oluşturuyor. Sergi 10 Ekim’e dek sürüyor. Kaçırmayın!
NOT: Sevgili Okurlar, ben bu yaz tatil yapmadım. Önümüzde yurtiçi, yurtdışı PEN Derneği toplantıları var… Şimdi izninizle, izin hakkımı kullanıyorum. 11 Ekim’de yeniden buluşmak dileğiyle...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları