Deniz Yıldırım

Temel sorunumuz

19 Eylül 2018 Çarşamba

Türkiye bir krize sürükleniyor. Bu kriz önümüzdeki günlerde üç sosyal sonuç doğurabilir. Bu iktidar 16 yıldır krediye ve borçlanmaya dayalı tüketim ekonomisi modelinin getirilerinden yararlandı. Ülkeye ucuz döviz aktı; içeride kredi faizleri düşük tutuldu. İthal ürünler pazara yığıldı; tüketim alışkanlıkları değişti. Kredi kartları yayıldı. Yer gök inşaat, AVM oldu. İhale zenginleri türedi.

“Faize karşıyız” diyen siyasal İslamcı gelenek döneminde bankalar da kazanç rekorları kırdı. Bu borç ekonomisi, farklı sınıfları birbirine bağlayan bir ortak proje ve hayali orta sınıf yarattı. İktidarsa tabanını bu şekilde adım adım genişletti.

Krizin önümüzdeki sürece en büyük etkilerinden birisi, bu tüketime ve borçlanmaya dayalı “hayali orta sınıf”ın çözülmesi, buradaki memnuniyetsizliklerin artması olacak. Kredi faizleri yükseliyor; ithalata bağımlı tüketim alışkanlıklarını sürdürmek, Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında pula döndüğü ortamda zorlaşıyor ve iflaslar, işten çıkarmalar kapıda. Zamlar, pahalılık, işsizlik ana gündem olma yolunda. Bu, ilk eşik.

İkincisi; çıkarları birbirine bağlanmış ekonomik ve siyasal iktidar sahipleri krizin faturasını halka kesmek niyetinde. Ekonomik güç sahipleri ücretleri düşürmek, emekçileri daha çok çalıştırmak, yani diğer alanlardaki kayıplarını emekçiler üstünden gidermek ister. İşçiyi tahtakurularına ve sağlıksız yemeklere mahkûm etmek, ücretleri ödememek, ölümüne çalıştırmak da bu kapsamdadır. Soma’dan bildiğimiz düzendir. Havalimanı işçilerinin kriz derinleştikçe kötüleşen bu koşullara karşı itiraz yükseltmeleri bu açıdan bir eşik. İktidarsa yeni dönemde benzer mücadelelere model olmasını önlemek adına, basit görünen bu talepleri yok saymayı ve zor gücüyle bastırmayı seçti.

Kriz derinleştikçe sessizliği, itirazsızlığı, bütün bunları kader gibi göstermeyi daha da garanti etmek zorundalar çünkü. Bu da siyasi iktidarın işbölümündeki görevi. Öyleyse yeni dönem, emek üzerindeki baskıların artacağı, halkın belinin daha da büküleceği saldırılara işaret ediyor. İkinci eşik budur.

Bir de şimdi “israfla mücadele”, “tasarruf” sözleri dolaşıma sokuldu. Güzel elbette, ama tasarruf uçaktan, “itibar”dan, saraylardan, ejder meyvesinden değil belli ki; halkın kaynaklarından, halka aktarılacak kamusal kaynaklardan tasarruf söz konusu olan. Kamu hizmetlerine ayrılan payın daha da düşeceği, eğitimden sağlığa özelleştirme saldırısının devam edeceği kesin. Bu da üçüncü eşik.

Yeni dönemi bu üç eşik karşısında geliştirilecek mücadeleler belirleyecek.

Diğer yandan iktidarın eli güçlü. Bütün devlet yetkileri tek kişide toplanmış durumda. Her şey bir imzaya, iki dudağının arasından çıkacak bir söze bakıyor. Korku yaygın. Medya ele geçirilmiş. Ama iktidarın asıl avantajı, bizzat kendisi krizde olan, bağımlı ve etkisizleşmiş muhalefetlerin varlığı. Her iktidar böyle muhalefet ister.

Türkiye kötü yönetilirken böyle yönetilmenin “kader” gibi algılanması, “bir şey değişmez, biz mi kurtaracağız” hissinin yayılması kabul edilemez. Öyleyse bugün ülkenin öncelikli sorunu eğitim, sağlık, ekonomi, adalet değildir. Türkiye’nin bugün ana sorunu, bütün bu tekil sorunlar karşısında ülkeyi yeniden düze çıkaracak, halk içinden filizlenen bir siyasal alternatifin yokluğudur. Bu yokluksa tehlikelidir; çünkü krizlerin sonuçları bıçak sırtıdır; tüm dünyada olduğu gibi daha otoriter ve faşizan bir gidişe de kapıyı açması olasıdır. Önce buna çözüm aramalıyız.

Merhaba

80’lerin ikinci yarısı. İlkokula başladım, okumayı öğreniyorum. Köy Enstitülü, gazetesinden hiç kopmamış öğretmen dedem Mahmut Erol, okuldan çıkınca benden gazetesini almamı istiyor. Görev bu. Aksatmak yok.

Alıyorum elbette. Gazete elimde; belediye otobüsünde kısacık kollarımı iki yana açmaya çalışarak merakla dalıyorum sayfalarına. Kollarım yetmiyor gazeteyi geniş geniş açmaya; çoğu zaman yanımda oturan kişi bana yardım ediyor; ben bir sayfasını tutuyorum, yanımdaki diğer sayfasını. O okuyabiliyor; ben okumaya çalışıyorum. Görsel az, hep yazı. Okumayı öğrenmek dışında çarem yok. Çünkü meraktayım; saatlerce bu gazeteyi okuyor, bu sayfalara bakıyor dedem; neden?

Okumayı hızla sökmemde büyük payı vardı bu merakın. Bugün dedem yok; ama meşalesi elimde. Okuduğu gazetede, okuma merakımı büyüten gazetede yazacağım bundan böyle.

Sorumluluk büyük ve kalemimin tarafı, pusulam belli: Emekten, aydınlanmadan, insan hak ve özgürlüklerinden, tek kişinin değil halkın egemenliğinden, bağımsız Türkiye’den ve elbette Cumhuriyet’ten yana.

Öyleyse merhaba. Haftada iki kez, çarşamba ve cumartesi günleri birlikteyiz



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları