Alev Coşkun

Büyük satranç tahtası: ORTADOĞU

25 Kasım 2018 Pazar

ABD’nin Suriye politikası, Türkiye’nin milli çıkarlarıyla çatışmaktadır.
Çok açık olarak ABD ile Türkiye Suriye’de örtülü bir savaş halindedir.

Strateji ustası Zbigniew Brzezinski, 1998 yılında yazdığı The Grand Chessboard adındaki önemli kitabında bugünlerin karmaşık Ortadoğusunu tanımlamıştı.
Özellikle 2000’li yılların başından bu günlere 18 yıldır çeşitli aşamalar göstererek süren Ortadoğu sorunu, sadece Irak ve Suriye sorunu değildir.
İran, İsrail, Arap Dünyası, mezhep kavramlarına ve mikro milliyetçiliğe dayalı politikalar, İslamın çeşitli fraksiyonlarını destekleyen IŞİD, El Nusra, Hizbullah ve Müslüman Kardeşler gibi silahlı terör örgütleri ve faaliyetlerini de kapsamaktadır. ABD, Rusya ve Çin gibi süper güçlerin de satranç tahtasındaki strateji ve satranç oyunlarını içermektedir.
Ortadoğu konusu, kuşkusuz, ülkemizi ve ulusal çıkarlarımızı birinci derecede ilgilendirmektedir.
Dış politika sorunlarına duyarlı olan Cumhuriyet okuyucusunu bilgilendirmek için gazetemiz bu önemli konuya, diğer basın organlarından daha fazla yer vermektedir.
Nitekim, son iki ay içinde tümgeneral Ahmet Yavuz, İdlib’i ve Suriye’nin geleceğini yazdı, büyük ilgi gördü. Araştırmacı gazeteci M.Kemal Erdemol, “Küresel Güçlerin Savaş Alanı Ortadoğu” adını taşıyan bir yazı dizisiyle konuya açıklık getirdi. Yazarlarımız Prof.Dr. Erol Manisalı, Doç. Dr. Barış Doster ve dış politika yazarımız Mehmet Ali Güller, Ortadoğu ile ilgili olarak her hafta kendi sütunlarında yorumlar yapıyor, bilgiler veriyorlar. Bu yazımızda, geniş bir özet vermek istiyoruz.

Sorunun başlangıcı
Ortadoğu’daki sorunların başlangıcı bundan 15 yıl önce ABD Başkanı George Bush’un dış işleri Bakanı Condoleezza Rice açıklamıştı. 7 Ağustos 2003 tarihli Washington Post gazetesinde yazdığı “Transforming The Middle East” (Ortadoğu’yu Dönüştürmek) adlı makalesinde Rice, “Büyük Ortadoğu Projesi”ni tanıtıyor ve bu proje ile “Ortadoğu’da sadece rejimlerin değişmesiyle yetinilemeyeceğini, 22 ülkenin de sınırlarının ve haritalarının değişeceğini” açıklıyordu.

İlk hedef Irak
İlk hedef Irak’tı. 2002’de Irak’a karşı sürdürülen işgal hareketi yüz binlerce masum insanın ölmesi ve ülkenin yıkımıyla sonuçlandı.
ABD öncülüğünde Irak’ta bulunan enerji kaynaklarının denetiminin sağlanması yolunda bir adım atılmış, İsrail’i tehdit eden Irak’ın etkin ve otoriter yöneticisi Saddam, oyun sahasının dışına itilmişti.

Sıra Suriye’de
Irak işgalinin ardından sıra Suriye’ye geldi. 15 Mart 2011 tarihinde ülkenin güneyindeki Dera kentinde başlayan kitlesel eylemler, cuma namazlarından sonra ülkenin diğer bölgelerine de sıçradı.
Kitlesel eylemler sırasında halka karşı uzun menzilli silahlarla gerçekleştirilen ölümlerde Suriye yönetimine karşı olan ülkelerin keskin nişancılarının kullanıldığı, dünya basınında yazıldı, çeşitli yorumlar yapıldı. Suriye’de bütün dünyanın gizli servisleri rol kapıyorlardı.
2011 yaz aylarına gelindiğinde, kitlesel eylemlerden kaçan ilk gruplar Türkiye sınırlarına akın etmeye başladı. ABD, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın derhal görevinden ayrılmasını istiyordu.
Artık bu noktada, Beşar Esad’la Erdoğan arasındaki dostluk eskilerde kalmıştı. O sırada Başbakan olan Davutoğlu da “Stratejik Derinlik” adlı kitabındaki Osmanlı yayılmacılığı tezini ileriye götürüyor, ABD yanlısı politikasını sürdürüyor, “stratejik sığlık” çerçevesinde Beşar Esad’a çatıyordu.
Suriye’de, muhaliflerle rejim arasında süren çatışmalarda, saflar şöyle belirleniyordu. ABD, Avrupa Devletleri ve Türkiye muhalifleri, Rusya, Çin ve İran ise rejimin yanında yer alıyordu.
Dış kaynakların belirttiği gibi, rejim muhaliflerine en büyük destek, ABD, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan geliyordu.

Rusya ve İran
Suriye konusu, Rusya için yaşamsal öneme sahiptir. Petrol ve ticari ilişkilerin yanı sıra, Rusya’nın Akdeniz’deki varlığı ile ilgilidir. Rusya’nın yüzyıllardır izlediği Akdeniz’de söz sahibi olma politikası Suriye’de elde ettiği Tartus üssüyle gerçekleşmiştir. ABD’nin Ortadoğu’da 25’ten fazla üssü vardır. Buna karşın elde ettiği tek üssü olan Tartus’u Rusya’nın terk etmesi olanak dışıydı. Nitekim Rusya, Suriye savaşında gerek hava kuvvetleri gerek füzeler, gerekse Esad kuvvetlerine fiilen destek vermek etkinliğini sürdürdü.

İran’a gelince
İran Suriye’de sadece mezhepsel nedenlerle değil; belki de daha fazla bölgedeki kendi ulusal çıkarları ve özsavunması için bulunuyor. İran’a karşı oluşturulan ABD-İsrail ve Suudi Arabistan ittifakının dengelenmesi için Suriye’de etkinliğini sürdürüyor.
Ortadoğu ve dünya politikasında İran’ın pozisyonu yanlış değerlendirilmemelidir. İran’ın güneyinde bulunan Hürmüz ve Bab-ül Mendeb Boğazı, özellikle Uzakdoğu’ya, Çin ve Japonya’ya giden petrolün geçiş bölgesidir. ABD’nin İran’a karşı yürüttüğü ekonomik yaptırımlar, ayrıca İran’ın İsrail, Suudi Arabistan kanalıyla çerçeveye alınmak istenmesi, Çin’i ve Rusya’yı dikkatli davranmaya yöneltmektedir.
Ortadoğu’da şu anda açık bir stratejik savaş sürmektedir. Süper güçler ABD, Rusya tam anlamıyla ve Çin gerektiğinde Ortadoğu’daki stratejik savaşın içindekiler.
Bugün özellikle Suriye’de ikinci derecede etkin olan ülkeler İran, İsrail ve Türkiye’dir.
İngiltere, Fransa ve Almanya kimi zaman ABD yanında, kimi zaman tarafsız hareket eden bir tavır almaktadırlar.

Türkiye’nin durumu
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Suriye krizinin ilk aşamasında, Türkiye Esad’la yakın ilişkileri bir yana atarak tamamen Suriye’nin karşısında yer aldı.
Daha sonra, ABD stratejisinin Türkiye’nin güneyinde bir koridor inşa etmek yönünde olduğunu anlayınca Fırat Kalkanı Harekâtı’nı başlattı. Afrin, İdlib gibi Fırat’ın batısını denetim altın almak istedi. Bu politika uygulanırken temelde Rusya ile yoğun bir işbirliği gerçekleştirilmiştir.
Rusya’daki gözlemciler Putin ile Erdoğan arasında sadece 2018 yılında yüzyüze ve telefonla 32 görüşme gerçekleştiğini belirtiyorlar. (Hürriyet, 19.11.2018)
Ne Erdoğan, ne de Putin 2018’de hiçbir dış ülke lideriyle bu derece yoğun temaslarda bulunmadı. Bu diplomasi tarihinde bir rekordur.

ABD-Türkiye stratejik ortaklığı
Suriye’deki gelişmeler, ABD’nin izlediği politika, teorik olarak ABD-Türkiye startejik ortaklığı konusunu soru işaretine dönüştürmüştür.
Türkiye güney sınırında, ABD’nin desteği ile gerçekleştirilen koridoru, kendi ulusal çıkarlarına aykırı bulmaktadır.
ABD, Fırat’ın doğusunda PYDPKK oluşumu ile sıkı bir çalışma içindedir ve bunu açık bir biçimde yapmaktadır. Doğudan-Batıya Akdeniz’e kadar uzanan bu koridora dünya basınında “İsrail Koridoru” ya da “Kürt Koridoru” adı veriliyor.
ABD, Fırat’ın doğusundaki PYD-YPG oluşumuna bugüne kadar binlerce TIR silah ve 3000 hava kargo uçağı dolusu mühimmat vermiş bulunuyor. ABD’nin bu şerit üzerinde askeri üsleri bulunmaktadır.
ABD yetkilileri açık açık “PYD yerel ortağımızdır, PYD-YPG’yi terör örgütü olarak tanımıyoruz” diyorlar. PYD silahlı terör örgütünün liderleri ile, ABD ordusunun yetkilileri fotoğraf çektirmekte ve bu fotoğraflar bütün dünya basınına servis edilmektedir.

Şaka gibi
ABD’nin Suriye özel temsilcisi, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi James Jeffry, “ABD’nin Suriye’de işbirliği yaptığı PYD’nin Pkk ’nin uzantısı olduğunu” kabul ediyor ancak “ ABD’nin PYD’yi terör örgütü olarak tanımadığını” söylüyor. Jeffry açıklamasında “Suriye’de hem Türkiye, hem de YPG-PKK ile aynı anda çalışıyoruz.” diyor. (Hürriyet, 16.11.2018)
Bu açıklama gerçekten ne diplomasiye ne de karşılıklı stratejik anlayışa sığmıyor. Şaka gibi bir şey...

Örtülü savaş
Bir yandan ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffry’in açıklamaları ABD’li askeri yetkililerinin haftada bir YPG-PYDPKK’nin askeri sorumlularıyla Fırat’ın doğusunda çekilen resimleri psikolojik savaş malzemesi olarak bütün dünya basınına servis etmeleri, öte yandan ABD’nin binlerce TIR’ı kapsayan silah ve mühimmatı YPG’ye teslim etmesi, ABD’nin bu konuda açık bir politika izlediğinin göstergesidir.
Geçen hafta Le Figaro gazetesinin sorularını yanıtlayan Rusya Dış İşleri Bakanı Lavrov, “Fırat’ın doğusunda, muazzam büyüklükte topraklar var. Bu topraklarda ABD, yasal olmayan yollardan kendi himayesinde bir devlet kurmaya çalışıyor” dedi. (Cumhuriyet,14.10.2018)
ABD’nin Suriye politikası, Türkiye’nin milli çıkarlarıyla çatışmaktadır. Çok açık olarak söylenebilir ki, ABD ile Türkiye Suriye’de örtülü bir savaş halindedir.

Türkiye Esad’la konuşmalı
Emperyal süper güçlerin büyük yatırımlar yaparak desteklediği ve işlevsel araçlar olarak kullandığı PKK, PYD, YPG, IŞİD, FETÖ gibi örgütlerden vazgeçmesi beklenmemelidir.
Türkiye, geçen yazdan bu yana Fırat Kalkanı, Afrin, İdlib bölgelerinde askeri girişimler yapmıştır. Çünkü, daha fazla beklenilemezdi. Bu noktada ulusal çıkarlarımıza uygun hareket edilmiştir.
Böylece, Türkiye’nin sözde değil, gerçek yaşamda, uçak ve silah kullanarak girişimlerde bulunabileceği bütün dünya kamuoyuna gösterilmiştir.
Binlerce kilometre öteden gelen süper güçler, Suriye’de silah kullanıyorlar, öyleyse Suriye ile 900 kilometre sınırı olan Türkiye’nin kendi silahlı kuvvetlerini harekete geçirmesi doğaldır. Bu yapılmıştır.
Türkiye, Suriye’de El Bab-ı ele geçirmekle Fırat’ın batısında oynanmak istenen stratejik oyunu bir ölçüde bozmuştur. Şimdi de Fırat’ın doğusu konusunda açık mesajlar vererek bu oluşuma karşı olduğunu belirtmektedir.
Bu noktada Esad Rejimi ile doğrudan temas ve üst düzey resmi görüşmelerin süratle gerçekleşmesi gerekmektedir. Türkiye, Davutoğlu’nun Suriye’ye karşı uyguladığı “stratejik sığlık” politikasına son vermeli, bir an önce Suriye merkez hükümeti ile görüşmeye başlamalıdır.  

ALEV COŞKUN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İsmet İnönü 25 Aralık 2023

Günün Köşe Yazıları