Sahte mağduriyet ve sağa yalpalayan kapsayıcılık

13 Ocak 2019 Pazar

31 Mart seçim süreci başladığından beri AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplumda kutuplaşmayı artırıcı bir politika izliyor. Bunu iki nedenle yapıyor.
1- Kendi seçmen kitlesini kızıştırıp seçimde desteğini güçlendirmek için.
2- Gündemi kendi istediği şekilde polemiklerle doldurup halkın asıl sorunlarını geri plana itmek için.

Bu yöntemi her seçimde uyguluyor ve her defasında da istediği oluyor. Haftalarca, aylarca karşılıklı söz yarıştırılırken, ülkedeki temel sorunlar neredeyse hiç gündeme gelmiyor. Medya da heyecanla bu oyunun üzerine atlıyor; köşe yazarları, sürekli bu konuları yazıyor. Sonuçta gündemi Erdoğan belirliyor.
Bu kez tuhaflıklar serisi, Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e yapılan saldırılar ile başladı. Değerli sanatçılarımız, Uğur Dündar’ın Halk TV’deki programında gerçek demokrasinin tarifini yapınca, iktidarın hışmına uğradı. Akpınar, “anayasal düzene başkaldırı ve halkı isyana teşvik”; Gezen ise “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ile suçlanıyor.
İkisinin konuşmalarında da hakaret ve şiddeti teşvik anlamına gelecek bir ifade yokken, ikisi de gözaltına alındı, yurtdışına çıkma yasağı konuldu ve davaları sürüyor.
Büyük tepki çeken bu tartışmanın ardından Deniz Çakır olayı patladı. Ünlü oyuncu, bir kafe-barda yaş günü kutlarken arkadaşlarıyla fotoğraf çektirmiş. Yan masada oturan bazıları türbanlı kadınlar, kendilerinin fotoğrafının çekildiği iddiasıyla şikâyet etmiş. Çakır ve arkadaşları, sadece kendi fotoğraflarını çektiklerini söylemişler... Ve birkaç gün sonra, Çakır’ın o gün kadınlara hakaret ettiği iddiasıyla şuç duyurusunda bulunulmuş.
İşin ilginç tarafı, Cumhurbaşkanı Erdoğan da, “Bu ülkenin başörtülü hanımlarına ‘Suudi Arabistan’a gidin’ demek, faşistliğin en sefil halidir” diyerek Çakır’ı hedef aldı. Olay, birden türban ve din meselesi haline geldi! Oysa Çakır, sadece kendi arkadaşlarının duyacağı şekilde, “İçkili bir mekânda içtiğim içkiye, çektiğim fotoğrafa karışılıyor. Yargılanarak bakılıyor. Burası Arabistan mı? Atatürk Türkiye’si” dediğini söylüyor.
Bu olaydan sonra sıra Rutkay Aziz ve Yılmaz Özdil’e geldi. Fazıl Say’ın Erdoğan’ı konserine davet etmesi Rutkay Aziz’e sorulmuş, o da, “Çok iyi olur, Mozart ve Beethoven dinler, iyi gelir” demiş.
Yılmaz Özdil ise şu sözleriyle Erdoğan’ı kızdırmış: “Tayyip Erdoğan bir tek bira içmiş olsaydı, bugün çok daha iyi bir Türkiye olurdu.
Sen misin bunu diyen... “Bu ülkenin meşrebi belli cumhurbaşkanını bira içmeye, Mozart dinlemeye zorlamak faşistliğin dik alasıdır!” diyerek parladı Erdoğan...
Olanların hepsini düşününce, ister istemez aklıma şu geliyor. Birileri, nereden polemik konusu yaratabiliriz diye tüm gün kanal kanal gezip, gazete sayfalarını satır satır tarıyor olmalı. Hatta “Kabataş yalanı” gibi tasarlanan olaylar söz konusu olabilir.
Seçime kadar bu yöntemi uygulamayı düşünüyorlarsa durum vahim. Çünkü Cumhurbaşkanı’nın sahip olduğu yetki ve korunma kalkanı kimsede olmadığından, çok orantısız ve adaletsiz bir durum ortaya çıkıyor.
Öyleyse bir yol bulup bu planı bozmak şart. Aksi halde işsizlik, hayat pahalılığı, yağmalanan ve betona boğulan kentler, rant uğruna yapılan talan, çöken yollar, yıkılan binalar vb. halkın günlük hayatında öne çıkan sorunlar gündemde yer almayacak.
Peki CHP ne yapıyor? Seçim stratejisinin, zıtlaşmadan her kesimi kucaklamak olduğu görülüyor. Bu ilk anda kulağa hoş gelebilir ama onlar da işi “yasayı uygulamamak, Meclis Başkanı’nın takdiridir” demeye vardırdı!
Öyle görünüyor ki gelecek 2.5 ay, iktidarın tasarlanmış polemiklerden devşirdiği sahte mağduriyeti ve CHP’nin “kapsayıcılık” adı altında sürekli sağa yalpalayan politikaları ile geçecek!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları