Şafak Pavey

İçerideki Cumhuriyetçilere... Sizinle unutulan asaleti hatırladım

28 Aralık 2016 Çarşamba

Görüşmecilerin yeşil soğan getirdikleri günlerde değiliz artık. Sigaralarda karanfil kokusu yok.. Taş duvar, demir kapı, kör pencere, yastık, ranza, zincir, uğruna ölümlere gidilip gelinen zuladaki mahzun resimler yerli yerinde. Memleketimizin dağlarına baharsa hiç gelmeyecek gibi. Ahmed Arif şiirleri kazınmış bir çocukluktan sonra insan; ozanın sosyal tarihi utandıran dizeleri bir daha hatırlanmaz sanıyor. Oysa her zaman en başa dönülürmüş bu topraklarda ve herkes kendi aslına rücu edermiş esasta. Yazması bile acımasız bir hüzün taşıyor... Bizde öyledir hep... Sevinçlere bir kederin gölgesi eşlik eder. İzin çıktı diye sevinirken, sevinilen iznin cezaevi ziyareti olması mesela... Hava soğuk, hava kasvetli, hava kurşun gibi ağır ve ben yine mahcubum. Elinde büyüdüklerimin görüşüne gittiğim için... Yağmur durmaksızın boşalıyor... Anayoldan “Yargı Çıkmazı” Sapağı’nı (şaka sanmış olabilirsiniz, Google harita aynen bu isimle veriyor yol tarifini) kaçırırsak bir kez daha U dönüşü yapmak zorunda kalacağız. Mesaiye gelir gibi aksatmadan geldiğimiz çok tanıdık bir yol oysa Silivri Cezaevi patikası... Nihayet nizamiye kapısındayız. İşlemler rutin, herkes birbirini biliyor.

Son demir kapı

Görünmez kulübelerden verilen görünmez işaretlerle bariyerler sırayla açılıyor. Tek tük görüşmeciler var. Kimi yokuş aşağı, kimi yokuş yukarı öylesine yapayalnız ilerliyor. Kimse kimseyle konuşmuyor. Olur da bir yanlış selam, bir yanlış tebessüm içerideki yakınına ceza olarak döner diye inanılmaz bir özen var sessiz gölgelerde... Sonunda ıssız son demir kapı açılıyor.

Akın Atalay’ı görüyorum... “Elden gelseydi tekrarlamak aynı yerden başlayıp yine aynı yerde bitirmek üzere” duyduğu ferahlık, görüş hücremizi sarıyor. Sözcüğün ortalıkta zerre değeri kalmamış olsa da, ondaki hukuk inancı eksiksiz...

Musa Kart’a bakıyorum, çizgiler ses olup akamıyor aramızdan. Karikatür çizmeyi ondan, bütün acemiliklerime cesaret veren sabırlı neşesinden öğrendim. Görüş sınırlı, ayrılıyor usulca. Ve garip bir şey yapıyorum o giderken... “Geldiğin için teşekkür ederim” diyorum. Saçmalık yasak değil şükür ki. Kendime gülmeye başlıyorum. Hiç kuşkum yok, onda da tebessüm kaldı...

Kadri Gürsel zarif bir dikkatle dinliyor. Görüşmeye daha bakımlı ve özenli gelemediği için özür diliyor benden. Takdire şayan saygınlığı hayata duyduğu saygıdan beslenmiş besbelli... Garip bir sıkışma boğazımı düğümlüyor. Bu insanlar pespaye bir tarikat imamından tutuklular... Olacak iş değil. Dünya tersine dönmüş besbelli.

Murat Sabuncu ile ne çok özgür anımız var. Neler geldi geçti ortak ömrümüzden. Kavruk Libya çöllerinden neşeli kulis toplantılarına uzanan... Taş duvarın vicdani yok, sarsılmıyor... Oğlunun doğum gününü kaçırmış görüşe denk düşmediği için. Burukluğunu mağrur sözcüklerle gizliyor.

Turhan Günay’ın ömrü memleket kitaplarından okunuyor. Aydınlığa götürmeyen bütün gemileri yakmış yüreğinde. Onun ilhamıyla beslenenlerin selamları var elimde. Ne kadar çok yeni şey öğreniyorum ahlakın edebiyatla kuşanmış ustasından... Hakan Kara’nın en yakın arkadaşı benim de yakın arkadaşım. Mutlaka selamını söylemem lazım. Hatta sadece bunu söylemem lazım. Unutuyorum. Saklasa da İzmirli olmanın hafif kibri var üstünde, ama deniz kuşları gibi gülümsemesi ele veriyor kim olduğunu... Güray Öz sükûnetle konuşuyor. Görmüş geçirmiş bilgelerin rüzgârı kucaklıyor içimi. Sürekli üzülüyor bana; “zahmet ettiğim, yorulduğum için...” Vaktimi çok almamak için ayakta yapıyor görüşmeyi. Özgür zamanlarda soracağım kendisine... Kuşkusuz zarafetiydi asıl olan ama sıkıcı bir vekile daha az tahammül etmek niyeti de var mıydı içinde... En faydalısı havuç Önder Çelik’e bir oğlunu bir de kedilerini getirmek isterim. Mümkün değil, burası cezaevi. Onları böyle görmenin kederiyle baş edememek saçmalama özgürlüğümü genişletiyor. Taze sebzenin faydaları üstüne sorular soruyorum. O memleket için en faydalısının havuç olduğunda ısrarlı..

Bülent Utku: Bir dağın yamacına tırmanıp oradan hukuka kendi muhteşem sadakatini seyreder gibi bakıyor yaşadıklarına... Hukukçuyu hukuku çiğneyenlerin konulacağı yere koymak kara mizahın dibi olmuş. Sütlaç tarifi konuşmakta karar kılıyoruz.

Mustafa Kemal; bir yürek gibi çarpıyor kafası. Çoğunlukla unutuyor tutuklu olduğunu, avukatı olmayanların davasını alacak nerdeyse... Bir telefon numarası yazdırıyor. Annesi ne kadar iyi olduğunu bir başkasının sesinden duyarsa daha çok güvenir.

Unutulmuş asalet

Felaket zamanları kim olduğunuzu anlatır. Bir cenazede nasıl durduğunuz, bir ölümcül krizde sükûnetiniz asaletinizin ölçüsüdür. Ve bu yüzyılda asalet soydan değil, topluma sunduğunuz davranışın itibarından kazanılır. Sizinle çoktan unutulmuş asaleti hatırladım. Bu mektubu okuduğunuzda bana kırılacağınızı biliyorum. Bir salgın hastalık gibi yayılmış kof egonun zerresi bulaşmamış kehribar ışıklı kalpleriniz neden cezaevinde bulunan herkese yazmadığıma gücenecek... Her görüşte kendilerinden söz etmeyip göremedikleri birbirlerini düşünen, görüşmecilerini teselli eden, askerlerimiz, polislerimiz, kızlarımız öldürülüp yahut yandıklarında yürekleri parça parça dağılan Anadolu’nun katıksız evlatlarından söz ediyorum. Cevabımı da buradan vermek isterim. Çünkü bu sizin gazeteniz ve minnacık bir imtiyaz hayatınızın hiç ihanet etmediğiniz amacını asla hırpalamaz. Süre bitti, usulca çıkıyorum demir kapıdan. Saatleri güneşin aklıyla ayarlayamamışların akşamı basmış Silivri Cezaevi’ni... Gölgeler koyulaşıyor, taş duvarlar silikleşiyor... Yeni bir izin başvurusu cebimde. Listem her gün uzuyor...

Cumhuriyet’in kantin işletmecisi getirildi ben çıkarken... Şenol Buran... Aslında olup biten her şey bir karikatürün içinde Musa Kart’tan alınmış bir tanımla... “Her şeyden dolayı ve her şeye rağmen insanlara saadeti müjdeleyen” kırgın bilgeliğinizi ödünç alıyorum. Nereye gidersek gökyüzü bizimdi ama hazin insan tutsak kalmış içinde... “Gözlerinizden gözlerinizden öperim, anlıyorsunuz değil mi?”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları