Gecede İstanbul

07 Şubat 2018 Çarşamba

CHP kurultayının ikinci günü akşamı yapılan Parti Meclisi seçim sonuçlarının ancak sabaha karşı belli olacağı anlaşılınca, kendimi sokağa vurdum. Dışarıda rüzgârlı fakat berrak bir hava… Böyle gecelerde Moda Burnu’nda tarihi yarımadayı seyretmenin keyfine doyum olmaz. Burna doğru yürüdüm. Çoktan kapanmış bir çay bahçesinin plastik koltuklarından birine oturdum.
Karşısı ışıl ışıl… Artık benim olmayan kent pullu payetli, parıldayan gece giysisine bürünmüş… İşe çıkmış bir hayat kadınınki gibi makyajı abartılı… Nüfusunun bir milyonun biraz üzerinde dünyaya gelmiş (1943: 1.037.300) birinin yirmi milyonluk bir mega kente dönüşmüş İstanbul ile kendini özdeşleştirmesi mümkün değil artık.
Düşünüyorum… Bu pırıltılar, bu ışıklar, bu makyaj neleri gizliyor? Gün ağardığında öğreneceğiz. İşlenen kadın cinayetleri, ölümlü trafik kazaları, soygunlar, çete baskınları, sabaha karşı gerçekleştirilen aydın gözaltıları… Ertesi gün gazetelerden, televizyonlardan öğreneceğiz. Gün ağarınca kentin dört bir yanına, en olmadık yerlerine dikilmiş beton kuleler, gökdelenler tüm çirkinlikler ortaya çıkacak. Milyonlarca insanın sokağa, yollara çıkışıyla birlikte tıkış tıkış bir hayat başlayacak bu kentte.
Çekilmez bir hayat!
Üstelik egemenler adına engellemelerle, yasaklamalarla, susturmalarla tahkim edilmiş bir hayat!

***

Tevfik Fikret’in 1902 yılında yazdığı, “Örtün, evet, ey hâile… Örtün, evet, ey şehr;/ Örtün ve müebbed uyu, ey fâcire-i dehr…” dizeleriyle biten Sis şiiri belleğimden dilime dökülüyor. “Örtün, evet, ey felâket sahnesi… Örtün artık ey şehir;/ Örtün ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi!”
Fikret, dönemin Servet-i Fünun (Fenlerin Zenginliği) dergisi çevresindeki yazar ve şairler tarafından aynı adla hayata geçirilmiş bir edebiyat akımının temsilcilerindendir. Bu akımın birçok temsilcisi gibi o da iktidara muhalif ve gerçekçidir.
Bakın ne diyor: “Ey bin kocadan arta kalan bîve-i bâkir;/ Hüsnünde henüz tâzeliğin sihri hüveydâ,/ Hâlâ titrer üstüne enzâr-ı temâşâ./ Hâriçten, uzaktan açılan gözlere süzgün/ Çeşmân-ı kebûdunla ne mûnis görünürsün!/ Mûnis, fakat en kirli kadınlar gibi mûnis;/ Üstünde coşan giryelerin hepsine bî-his./ Te’sîs olunurken daha, bir dest-i hıyânet/ Bünyânına katmış gibi zehr-âbe-i lânet!” Günümüz Türkçesiyle: “Ey bin kocadan artakalan kız gibi dul/ Hâlâ güzelliğinde tazeliğin büyüsü var/ Hâlâ titrer üstüne bütün gözler senin. / Dışardan, uzaktan açılan bakışlara süzgün/ Mavi gözlerinle ne uysal görünürsün./ Uysal, fakat en kirli kadınlar gibi uysal; / Üstünde coşan gözyaşının hepsine hissiz. / Temelin atılırken daha bir hain el/ Yapına zehirli bir lanet suyu katmış sanki!”

***

Hava ağarmak üzere. Kalkmaya davranıyorum. Arkadan bir yerlerden üç el silah sesi! Sıçrıyorum. Burası Moda. Bir zamanlar İstanbul’un huzur semti denilen köşe. Ama artık değil! Bu lanetli kentin pençeleri Moda’yı da kendine çekiyor… Eve doğru yürüyorum. Kafam dolu.
Eve varınca televizyonu açıyorum, CHP cephesinde yeni bir şey var mı diye.
Yok! Yok!
Aynı hamam, aynı tas…
Bu ülkeyi de, bu kenti de bu hale getirenlere lanet okuyorum.
Lanet olsun!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları