Adnan Binyazar

Akıl veren çoktur...

13 Mart 2020 Cuma

Düşünmek, duyumsamak, becerili olmak insana özgüdür. Düşünürler, insanın yaratma gücünü geliştirerek araç yapmaya koyulduğunu savunuyor. Bu bağlamda bilim düşünceyi, teknik beceriyi, sanat yaratıcılığı geliştirdi. İnsan, bu yeteneklerinin bilincine erince, doğaya egemen olup onu kendine göre biçimlemiştir. Bu bilinçle öğrendi üretmeyi, toplumsallaşmayı, emek paylaşımını. Birden olmadı bu, insan, kendi içinde nice düşünce savaşımları sonunda doğaya düzen vermeyi başardı.     

Akıl   

Euripides’e göre duyarlık, aklın kılavuzluğunda etkisini gösterir. Balzac, “Akıl, duygunun yanında her zaman bayağı kalır” diyor. Pascal, “Yüreğin kendi aklı vardır, aklın hiç bilmediği” diyerek onaylıyor Balzac’ı. Goethe, “Benim edindiğim tüm bilgiyi herkes edinebilir, ama yüreğim yalnızca benim” diyerek duyarlığı geniş alanlara yayıyor. Bir düşünür de “Zihinden geçmeden, gözden yüreğe giden bir yol var” diyor. İnsanın varoluşunda en büyük gelişim, aklını kullanma iradesidir. Çağımızda, temelinden çatısına, Montaigne’in deyimiyle, bilgiyle donatılmayan nice “iç kale”lerin, en ufak dalgalanmalarla nasıl savunmasız kaldığına tarih tanıktır. Emmanuel Kant’ın dediği de budur: Aklını kendi iradesi yolunda kullanmayan birey, “Bir kaos ortamında kendi yönünü saptayamadan dış olayların akışına rastgele sürüklenmelere” uğrayarak yolunu şaşırır. Pascal, “Akıl veren çoktur, akıl yoktur” özdeyişiyle, gerçekte boş sözlerle akıl vererek mantığı alaboraya uğratmaya kalkanların foyasını ortaya çıkarıyor!        

Aklı kullanma 

Akıl, gelişimin dinamosudur. Akıllı olmak yetmiyor; ancak aklı gerektiği yerde kullanmayı bilmek, hedefe vardırmıştır. Doğayı düşünerek, duyumsayarak algıladığı için insan, “eşref-i mahlûkat” (yaratıkların şereflisi) sayılmıştır. 

Aklın kılavuzu bilgidir. İnsan soyu, aklının sınırlarını bilgiyle donatarak gelişim yoluna girdi. Aklını o yolda kullanmasaydı düşünselliğin, sanatsal yaratının temeline inip dünyayı kendine göre biçimleyebilir miydi?   

Ancak aklını kullananlar, beyne yerleşen kör inançları kökünden söküp atmıştır. Bilginlerin, sanatçıların her çağda engellerle karşılaşmalarının nedeni budur. Ortaçağın egemen kilisesi yüzyıllarca Tanrı’yı aracı kılarak bilimin, felsefenin, sanatın önünü kesmeye kalkarken, beyninde özgür düşüncenin ışığını taşıyan Galileo Galilei, “Bize akıl, mantık ve algılama yetisi bağışlamış olan Tanrı, neden bunları kullanmaktan vazgeçmemizi istemiş olsun ki!” diye sorabilmiştir. Kilisenin karşısına bilim-düşünce-sanat gibi yaratıcı oluşumlar çıkarıldığı için, gelişim tarihinin sayfaları kana bulanmıştır 

İç kale

Uzun yıllar, yazılarıyla bu sütunları aydınlatan Ahmet Cemal, düşünsel gelişimi, insanın içinde yarattığı “iç kale”ye bağlıyor:    

Stefan Zweig’ın anlatımıyla Montaigne, denemelerinde dış dünyanın gelgitlerinin ortasında kendine hep bir tür “iç kale” inşa etme ve bu kaleyi dış dünya karşısında ne pahasına olursa olsun, ayakta tutabilme çabasıyla belirginleşen bir kişiliktir. Montaigne’e göre böyle bir iç kale inşa edilemediğinde birey, dış dünyadaki dalgalanmalar karşısında neredeyse savunmasız kalır. Bu da, bireyin bir kaos ortamında kendi yönünü belirleyemeden, dış olayların akışıyla rastgele sürüklenmesine yol açar.

Oysa kendine bir ‘iç kale’ inşa etmeyi başarabilmiş olan birey, en büyük kaosların anaforundayken bile kale kapılarını kapatıp içeri çekilebilir ve olup bitenlere bir de dışarıdan bakarak kendi duruşunu şekillendirebilir.” (“Erasmus’un Yansızlığı”, Cumhuriyet, 15 Şubat 2013)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Benlik arayışları 19 Nisan 2024
Romeo ve Juliet 12 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları