İşgal altında

12 Ekim 2021 Salı

Ataol Behramoğlu, Barış Derneği tutuklusu olarak 1982 yılında on ay hapis yattı. 

O yılın aralık sonunda tahliye oldu. Hemen hemen bir yıl sonra 14 Kasım 1983 sıkıyönetim mahkemesi tarafından sekiz yıl hapse ve iki yıl da Afyon’da sürgüne mahkûmiyeti ile birlikte hakkında tutuklama kararının da verildiği duruşmaya katılmadı. Bizim hapiste geçirdiğimiz iki buçuk yılı yurtdışında sürgün olarak geçirmeyi yeğledi.

Haksız bir siyasi mahkûmiyeti tanımayıp meydan okuyarak hapisten kaçan kişiyi suçlamak akıl ve izan işi değildir. Bu konuda karar vermek kişinin kendi öz hakkıdır. 

Yalnız sürgün yaşamı, hele serveti ya da yüksek geliri olmayanlar için güç, çok güçtür. Sürgünü yaşayan arkadaşlarım olgunun canlı tanığıdırlar. Ataol, ünlü bir şair olmasının da yardımıyla, (o zamanki karısı yurtdışında iş de bulmuştu) bu dönemi nispeten daha az sıkıntıyla geçirdi. Ama yine de kaçtığı için sıkılıyor, gereksiz yere insanların da kendisini suçlayacaklarını düşünüyordu.

Hapisten çıkışta Paris’e gittiğimde Ataol’u da ziyaret ettim. Kimsenin kendisini kaçtığı için suçlamadığını, konunun aramızda konuşulduğunu ve herkesin bu fikirde olduğunu söyledim.

Yakınmayı sürdürdü: 

- Sürgün yaşamı nedir bilir misin sen??

- Saçmalama, dedim; kendi yurdunda sürgünlük nedir bilir misin? Ben şimdi onu yaşıyorum.

***

Bilmem fark ettiniz mi? Ben yaşadıktan sonra fark ettim. Bu yıl, 6 Ekim İstanbul’un kurtuluşu önceki yıllara oranla daha yoğun, daha coşkulu kutlandı. Gerçekten, her zaman 6 Ekim İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşu, yasak savma kabilinden entipüften törenlerle geçiştirilir, benim öğrencilik yıllarımda Taksim’de (sonra Vatan Caddesi’ne alındı) askeri bir resmi geçit yapılır, buna izciler de katılır, ama tatil olan okullarda öğretmenlerin konuşma yapmasına bile gerek duyulmazdı. Gerçi öğrencilik yıllarımda, 6 Ekim asli işlevini yerine getiriyor, bir güncük de olsa okul tatilini sağlıyordu ama bunun dışında bir heyecan veya etkinliğe yol açmıyordu. 

Oysa bu yıl öyle olmadı. Bu yıl sanki gazetelerde bu konuda daha fazla yazı çıktı, televizyonlarda daha fazla program yayımlandı ve bunlar daha fazla ilgi çekti.

Neden acaba diye düşünürken Ataol ile Paris’teki o konuşmamızı anımsadım. İnsanların çoğu kendilerini öz yurdunda sürgün ya da işgal altında hissediyorlardı.

***

İşgale uğramışlık deyimi abartılı görünmesin! İstanbul’un silueti dahil birçok kazanımını, değerini kaybettiği son yirmi yıl içinde, şu ya bu şekilde bizlere kendi yaşam tarzlarını hile ile, kaba kuvvet ile dayatan, kendinden olmayana ekmek, su, yaşama hakkı tanımayan, bu yolda yürürken anayasa, yasa, hukuk ne varsa çiğneyen bir gücün sultası altında yirmi yıla yakın bir süre yaşarsanız, kendini işgal altındaki bir esir şehirde kıstırılmış insan gibi hissetmenizde yadırganacak bir yan da olmaz.

Son zamanlarda, insanlar kendilerine yaşam tarzlarını, dünya görüşlerini dayatan, kendinden görmediği kimseye hayat hakkı tanımayan gücün hegemonyasının sona ermekte olduğunun belirtilerini görünce, işgal döneminin sona ermekte olduğu duygusunun coşkusuna kapılmaktalar.

Bu döneme kadar işgali hissetmeyen insanlar, işgalden kurtuluşun değerini de bilememişlerdi.

İşte değişen buydu. İşgalin acısını yaşarak çeken insanlar artık işgalden kurtuluşun değerini ve anlamını da daha köklü bir şekilde kavramışlardı.

Şimdi kendini öz yurdunda sürgün hisseden işgal altındaki esir şehrin insanları, artık işgalden kurtuluşun kıymetini anlıyorlardı.

Neyse, önümüzde Cumhuriyet Bayramı var. Bekleyelim de görelim bakalım, o nasıl geçecek?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları