Müjdat kaçmaz! Hem kaçsa bile...

08 Ocak 2019 Salı

Müjdat Gezen ve Metin Akpınar’ın haklarında verilen adli kontrol kararına yaptıkları itirazın reddedildiği haberi, ekranlara ve gazetelere yansıdığından okurlarımızın haberleri vardır.
Cumartesi günkü Cumhuriyet, manşetinde itirazın reddini bildirirken, yargıdan sadır olan vicdanları sızlatan başka bazı olayları da vurguluyordu.
Bunları teker teker yeniden ele almaya gerek yok. Her gün her yerde örneklerine rastlayabilirsiniz.
Aslında, kamu vicdanını kanatan akıl almaz kararlar, o kadar sıradanlaştı ki, haber niteliğini bile yitirdi.

***

Yargı bağımsızlığını yitirip, adalet dağıtan bir odak olmaktan çıkarak, bir cezalandırma mekanizması haline gelince, hiçbir şey şaşırtıcı olmuyor.
Düzen yargı erkini, yargılıktan çıkarıp, duyulmaması isteneni duyuranı, buyurganı eleştireni, hukuksuzluğa karşı koyanı, gaflet edip hakkını arayanı, demokrasiyi savunanı, tek kelimeyle biat etmeyeni cezalandırma mekanizmasına (tedip erki) dönüştürünce, toplumsal yaşamın amaçlarından biri olan adil yargıya varabilmek için oluşturulan yapıyı meydana getiren, birbirleriyle bağlantılı ve dengeli kural, kurum ve kavramlar da anlamlarını ve işlevlerini yitirirler.
Şu anda ülkemizde yaşanmakta olan da budur. Yargı erki, tedip erkine dönüşünce, yargı erkinin birbiriyle bağlantılı kurum ve kavramlarının da anlamlarını yitirdiklerini, son olarak Uğur Dündar’ın “Halk Arenası” programında söylenenler üzerine yaşanan Müjdat Gezen olayında gördük.
Hemen belirteyim ki, Müjdat Gezen’in konuşmalarının neresinde suç isnat edilebilecek bir öğe bulunduğunu henüz anlamış değilim.

***

Her neyse, önce cezalandırma mekanizmasının ateşleyicisi, tabandaki suçlayıcı kitle, sonra da düzenin buyurganının dürtmeleriyle, kovuşturma açılmış ve olayın diğer kahramanı Metin Akpınar ile birlikte Müjdat Gezen için de yargı tarafından yurtdışına çıkma yasağı konmuştur.
Tıpkı tutuklama gibi yargının salimen yürütülebilmesi için, bir tedbir olan bu kurum, ceza yargısı sistemimizde mevcuttur. Tutukluluk da, onun bir adım gerisinden gelen adli denetim de, ceza sistemimizde esas olmayıp, istisnai olarak kabul edilen tedbirlerdir.
Yargı erki, cezalandırma erkine dönüşünce, tedbirin de zulme dönüşmekte ve kamu vicdanını yaralamakta olduğunun çarpıcı örneği Müjdat Gezen olayında şöyle görüldü: Müjdat Gezen Hollanda’da kanser tedavisi görmekte olan kızını ziyaret imkânını mahkemenin yurtdışına çıkış yasağı yüzünden kaybetmiştir. Avukatının yasağın kaldırılması yolundaki talebi reddedilip de baba-kızın birbirlerini görme imkânı kalmayınca, sanatçının tedavi görmekte olan hasta kızı da dolayısıyla cezalandırılmış, bu durumda da, bir tedbir olan yurtdışına çıkış yasağı zulme dönüşmüş olmaktadır.
Bilindiği gibi, tutuklama gibi, yurtdışına çıkış yasağı da, sanığın kaçma şüphesine karşı bir tedbirdir.
Herkesin bildiği, tanıdığı Müjdat kaçmaz. Bu yüzden onun için getirilen bu kısıtlama anlamsız ve de gereksizdir. Kamu vicdanı da tedbiri zulme dönüştüren bu karar ile yaralanmıştır.
Ceza hukukunda “bir suçlunun serbest kalması, bir masumun haksız yere hapis yatmasından daha az kötüdür” diyen bir ilke vardır.
Bu ilke gereğince, olaya baktığımız zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
- Müjdat kaçmaz, ama kaçacak bile olsa bu yine de kanser hastası kızıyla görüşememe zulmünden daha az kötü bir sonuç doğurur. Çünkü zulüm tedbirsizlikten daha vahimdir ve kamu vicdanını daha fazla rahatsız eder.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları