Özüne bakalım

08 Aralık 2020 Salı

Geçen salı günü Brüksel’de bir araya gelen NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda, Pompeo ile Mevlüt Çavuşoğlu’nun karşılıklı olarak birbirlerini sert biçimde suçlamaları ve ardından da ABD Senato ve Temsilciler Meclisi’nin Silahlı Kuvvetler Komiteleri’nin Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasa Tasarısı’na onay vermesi, bu ülkenin Türkiye’ye yaptırımlar uygulanmasını da gündeme getirdi. Bilindiği gibi Ankara’nın Rus S-400 füzelerini satın alması yüzünden Washington’un Ankara’ya yaptırımlar uygulaması söz konusuydu. İki gün sonra Brüksel’de toplanacak olan AB liderler zirvesinde ise bu kuruluşun Türkiye’ye yaptırımları konusu ele alınacaktır.

Görülüyor ki 5 Aralık tarihli Cumhuriyet’in de belirttiği gibi bir “yaptırım kuşatması” altındayız ve NATO’nun patronu ABD ile olduğu kadar AB ile de karşılıklı bugüne kadar tanık olunmadık tatsız suçlamalar içindeyiz.

Bu durumda, Türkiye’nin tüm Batılı “müttefikleri!” ile ilişkilerinin, daha doğrusu dış politikasının tümünün temelden ele alınıp, incelenmesi zorunlu oluyor.

***

Doğrusu, ilk bakışta birbirleriyle çelişik görünen hamlelerin birbirlerini izlemeleri, tek başına ele alındıklarında, bir anlam taşıyormuş gibi görünen olayların bütün içinde oturtulduklarında, anlamsızlaşmaları yüzünden Türkiye’nin son yirmi yıllık dış politikasını irdelemek ve sağlıklı bir sonuca ulaşmak, o denli kolay değil.

Örneğin, Türkiye’nin Rus S-400 füzelerini aldıktan sonra, parasını verdiği halde neden aktif duruma getirmediği konusundaki soru işaretlerini tam olarak gidermek mümkün değil.

ABD’nin, PKK’nin Suriye’deki uzantısına silah ve malzeme yardımı yaparak ülkenin kuzeyinde bir PKK setti oluşturma girişimine karşı çıkarken, bu sonucu önleyici en sağlam önlem olan, bölgede güvenliğin sağlanmasını Suriye ordusunun gerçekleştirilmesini kabul ederek, yabancı güçlerin uzantıları olan şeriatçı militanlara desteğini çekmek yerine ABD’nin elini güçlendirecek tavrı sürdürdüğü yine yanıtlanması güç bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.

Doğu Akdeniz krizinde büyük bir yalnızlık içinde bulunan Türkiye’nin bu konuda Mısır ile bir anlaşmaya varmak yerine Kahire ile düşman bir politikayı benimsemesinin gerekçelerini açıklamak güçtür.

Kısacası, AKP’nin dış politikasındaki çelişkiler, temel mantığını değerlendirmeyi imkânsız kılmaktadır.

Bu durumda da en doğrusu sorunun özüne, yani o dış politikanın temelini oluşturan AKP’nin temel düşüncesine, bakmak gerekmektedir.

Kapitalizm ile İslamı uzlaştırarak bir tür aptesli kapitalizm demek olan ılımlı İslamı Türkiye’de de iktidara getirmek üzere ABD ve Türkiye’deki uzantıları tarafından dizayn edilmiş olan AKP, işbaşına geldikten sonra nasıl bir Türkiye istediğini ortaya koymuştur.

AKP, emperyalizmin kendisine yüklediği misyonu, Türkiye’de aydınlanmacı, laik demokratik Cumhuriyeti tasfiye ederek, yerine İhvancı modele göre oluşmuş, Osmanlıcılık sosuna bulandırılmış kendi düzenini de modele katarak, yaşama geçirme amacını benimsemiştir.

***

Bu misyon Amerikan emperyalizminin bölgedeki taşeronluğunu sürdüren AKP’ye kendi alt emperyalist rolünü de benimsetmiştir.

Emperyalizmin bir uzantısı olan ama kendi alt emelleri ve denetim dışı çıkışları yüzünden, arasında onunla da çelişkiler belirmiş olan bu misyonu doğru olarak saptayınca, AKP dış politikasının niteliğini ve çelişkilerini anlamak daha kolay olmaktadır.

Emperyalizmin bir uzantısı olan bu İhvancı politikada antiemperyalist dürtüler aramak ne kadar abes ise onunla bir yere varılabilineceğini sanmak da o kadar boş hayaldir. Çünkü emperyalizmin bölgedeki çıkarlarına karşı çıkamayan bu politika, olaylara ulusal çıkarlar açısından değil, İhvan gözlüğüyle bakar ve kaçınılmaz olarak tanık olduğumuz çelişkiler batağına saplanan yanlış bir temele dayanmaktadır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları