Arif Kızılyalın

Cumhuriyet’in gündemi!

05 Eylül 2022 Pazartesi

30 Ağustos haftasını geride bıraktık.

Öncelikle anımsatmakta yarar var ki Zafer Bayramı günü yayımlanan gazetemiz, tarihi gerçeklere “bir kez daha” ışık tuttu.

Kurtarıcı ve kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün, Başkomutanlık Meydan Savaşı’ndan iki yıl sonra, aynı gün ve aynı topraklarda yaptığı konuşmanın tam metnini okurlarıyla paylaşan gazetemiz, “bilmezlikten” gelinen bazı konuları gündeme taşımakla kalmayıp savaşların “kurşun atılmadan” kazanıldığı yolundaki “cehalet yüklü” iddiaları da sildi. O konuşmada Atatürk, sadece savaşı anlatmıyor, çağdaş ve uygar Türkiye’nin niteliklerini ortaya koyuyordu. 

Dr. Alev Coşkun’un “30 Ağustos Savaşının önemi ve Cumhuriyete giden yol” yazısıyla, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhuriyet okurları için kaleme aldığı, “Birlikte başardık, yine birlikte başaracağız” başlıklı çalışması düne, bugüne ve hatta yarına ilişkin başlıklarla doluydu. O günkü özel sayımızı bir kez daha okumakta fayda var.

***

30 Ağustos haftasında Cumhuriyet, gündem yaratan manşetleriyle ses getirme geleneğini sürdürdü. Yazarımız Barış Terkoğlu’nun Halkbank davasında ABD’de aylarca tutuklu kalan eski genel müdür yardımcısı Hakan Atilla ile yaptığı söyleşi, sadece o günlerdeki karanlık ilişkileri aydınlatmıyor, Ali Fuat Taşkesenlioğlu etrafında dönen ve son 15 gündür Türkiye’deki rüşvet çarkını ortaya koyan iddialarla ilgili yeni gelişmelerin de ipuçlarını veriyordu. Atilla’nın, “Tek mağdur hanımefendi değil (Mine Tozlu Sineren)” ifadesi ise o söyleşinin “bamteli”ydi. Hakan Atilla, bu sözüyle, aslında müfettişlere, savcılara, “İddialardaki tüm isimlerin üzerine gidin” dedi.

Yazarımız Miyase İlknur’un özel dosyası AKP döneminde Sermaye Piyasası Kurulu’na atanan bazı başkan ve yöneticilerin batık şirket oyunlarıyla halkı nasıl yanıltıp birilerini nasıl zengin ettiklerini ortaya çıkardı. Bu özel haberlerin ucunun nereye varacağı kestirelemese de o yıllarda borsa ile hangi milletvekilleri ve hangi “bakan bey”in (!) ilgilendiğini aslında hepimiz çok iyi biliyoruz.

Yazarımız Barış Pehlivan’ın, Cumhurbaşkanlığı danışmanlığı görevinden istifa eden Korkmaz Karaca’yla yaptığı röportaj da Türk basınında ses getiren çalışmalardandı. Karaca’ya, sorulamayan soruları yönelten Pehlivan, rüşvet savını farklı bir boyuta taşırken, süreç içinde istifa ettirilen bir diğer danışman Serkan Taranoğlu’nun peşi sıra patlayan kirlenme iddialarındaki “kritik” konumu da ortaya çıktı.

Bu üç yazı aslında, Türkiye’de rüşvet çarkının nasıl işlediğini göstermeye yeter. Gönül ister ki devlet erki bu konuların üzerine gitsin!

***

Ve karanlık kuşatma...

Cumhuriyet’in ısrarla üzerinde durduğu -ve duracağı- bir konu var; laik yapının korunması. Ne yazık ki AKP iktidarının 20. yılında, gerici kuşatma, eskilerin deyimiyle “gemi azıya almış” durumda... Kapatın gözlerinizi ve son 1 haftada, 10 günde iptal edilen konserleri, biraz ön plana çıkan isimlerin 3-5 ay önceki “esprileri” nedeniyle uğradığı baskıyı, imamların modern yaşam üzerine yaptığı açıklamaları anımsayın, sonra da Türkiye’nin sürüklenmek istendiği yolu tahmin edin.

Evet bu gidiş ‘gidiş’ değil.

Yayın hayatına başladığı 7 Mayıs 1924 gününden bu yana tam 35994 sayıdır, “Aydınlanmayı” rota edinen Cumhuriyet, her daim karanlık çevrelerin karşısında durdu. Prof. Dr. Celal Şengör’ün, “Hazreti Musa’nın yaşadığına (yıllara) ilişkin bilimsel bir kanıt yok” dediği için linç edilmek istenmesi, sanatçı Gülşen’in incir çekirdeğini bile doldurmayacak savlarla üç yıla kadar hapisle yargılanma talebi bazı kesimlerce önemsenmese de Cumhuriyet aracılğıyla ses buldu. Ve hiç kuşkunuz olmasın ki gazetemiz yayın hayatını devam ettirdiği sürece, yazarı, çizeri, yöneticisi, muhabiri ile laiklik karşıtı Atatürk düşmanlarına karşı savayımını sürdürecektir.

***

Yunanistan krizine gelirsek, hareketli bir haftayı geride bıraktık Ege sularında. “Komşu”muz Yunanistan’ın, hem de NATO görevindeki Türk savaş uçaklarına attığı radar kilidi, ülkece hepimizi rahatsız etti. Ancak işin garip bir noktası var; teknoloji ve iletişim çağının nirvanasını yaşarken, iktidarın ağustos ayı ortasından bu yana Türk uçaklarına ve gemilerine yapılan tacizleri biriktirip eylül ayı başında gündeme getirmesi biraz ilginç.  Hele hele Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Ege’de son 20 yılda göz göre göre kaybedilen onca adayı unutup Yunanistan’a F-16 tacizleri sonrası, “Ansızın gelebiliriz, İzmir’i (9 Eyül Zaferi) unutma” mesajı vermesi zamanlama açısından manidar. Tam insanlar elektrik ve doğalgaz zammını konuşacakken Yunan krizi ortaya atıması çok masum gibi durmuyor! Keşke Erdoğan, Yunanistan, Türkiye’ye ait adalara bayrak ve askeri birlik çıkarıp şov yaparken bu tepkiyi koysaydı, “Durun yahu o adalar bizim” deseydi. İp kaçtıktan sonratoplama zordur bizden söylemesi!  Bu arada Atina yönetiminin ekonomi sarpa sarmış ve seçime giderken, “Türk düşmanlığını” masaya koyduğu gerçeği de iki taraf siyasetinin derinliğini(!) kanıtlar nitelikte.

Türk düşmanlığı demişken geçen ay Cios’taydım (Sakız Adası). Türk bandıralı teknelerin halat bağladığı Nesos sahilinde bir şeyler yedik içtik ailece. Garson Türkçe konuşuyordu, yan masada Türk aileler vardı, hiçbir Yunanın Türklerden yana bir sıkıntısı yoktu; bilakis incir rakısı ikram edip durdular. Keza Sakız dönüşü Çeşme Ilıca sahilinde arkasında “Bakesetas” yazılı Yunan milli formasıyla yürüyen Yunan gence de sataşan bir Türk görmedim, aksine selam verdi herkes. O yüzden iki tarafın da siyasetçilerine naçizane bir öneri: “Düşmanlık” üzerinden değil, birlikte yaşamayı öğrenmek üzerinden mesaj verin!

Yeniden görüşmek dileğiyle.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ekmek yoksa ıstakoz ye! 17 Nisan 2024
Kimin bayramı? 10 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları