İrdeleyen akıl

30 Ekim 2019 Çarşamba

 Aziz Nesin bilinen polemikçi üslubuyla, Türk milletinin yüzde şu kadarı akılsızdır dedi…

 Üstelik akılsız yerine daha ağır bir sözcük olan “aptal”ı kullanarak ve önemli bir yüzdeyle…

 Atatürk ise Cumhuriyetin 10. yıl söylevinde Türk milletinin zeki olduğunu söylemişti…

 Birbirine taban tabana karşıt görünen bu iki değerlendirmeden hangisi doğru, ya da doğruya daha yakındır dersiniz?..

Karşıt görünen…” dedim, çünkü akıl ve zekâ kavramları öyle sanıyorum ki aynı şey değil…

 Akıl, bilgiyle ilişkili olmalı…

 Bilgiden yoksun, eksik bilgili bir akıllılık, ne ölçüde bu nitelemeyi hak edebilir?..

 Zekâ ise çabuk kavrama becerisi olarak bilgiyle yine ilişkili olsa da, bilgiye tam da bağımlı olmayan bir yetenek olsa gerek…

 Tam bu noktada kurnazlık kavramının da devreye girmek için sabırsızlandığını görür gibiyim…

 Başa dönerek devam edelim…

 Aziz Nesin saptamasını protein eksikliğiyle temellendirmeye çalışmıştı…

 Bir haklılık payı olsa da bütünüyle haklı sayılamayacak bir görüş.

 Eğer bir millete özgü akıldan söz edilecek olursa, bu aklın yüzlerce belki binlerce yıllık süreçlerde oluştuğunu düşünmek gerekir.

 Bu bağlamda da hiçbir milletin akıllı ya da akılsız, ya da bir ötekine göre daha akıllı, daha akılsız olduğunu ileri sürmek doğru olmaz.

 Olsa olsa tarihsel süreçlerden, dönemlerden söz edilebilir.

 O dönemlerden sonra da bir milleti o millet yapan (tarihle, coğrafyayla, yaşanmışlıklarla ilişkili) genel özellikler yeniden kendini gösterecektir…

 Milletimizin başka milletlerden daha akıllı ya da daha akılsız olduğu kanısında değilim.

 Bu anlamda eksiğimiz bilgi dağarı (hazinesi) ve düşünme yöntemi konularındadır.

 Bunlara, zaten bu yazının anafikri olarak aşağıda değineceğim.

 Zekâ konusunda ise Atatürk’ün düşüncesine katılıyorum.

 Kimi kez kurnazlıkla karışsa ya da yerine göre suskunlukla geçiştirilse de, Anadolu insanında, belki başka birçok milletin insanından farklı bir çabuk kavrama yeteneği olduğu kanısındayım…

 Şimdi yukarıdaki paragrafta sözünü ettiğim bilgi sahibi olma olgusuna ve düşünme yöntemi konularına gelelim…

 Bilgisiz olduğumuz, üstelik sadece yeterli eğitim alamamış sıradan halk insanları olarak değil, büyük çoğunluğumuzla bilgi yoksulu olduğumuz çok açık…

 Aydınlar olarak kendi uzmanlık alanlarımızda bile çoğu kez en temel bilgilere sahip olmada ciddi eksiklerimiz var…

 Bu üzüntü verici durumun sayısız nedenlerini anlayıp açıklamaya çalışmak, bir yazıyla yapılabilecek şey değil.

 Bütün bir milletçe, doğal ve toplumsal bilimler alanında, büyük, çok büyük bir bilgi edinme seferberliğine gereksinimimiz var…

 Böyle bir seferberlik nasıl ve kimlerce gerçekleştirilecek?..

 Herhalde ve ne yazık ki, günümüzde siyasal erki ellerinde tutanlarca değil…

 Çünkü onların görevi ve işlevi, yine ne yazık ki, kuruluşunun 96. yılını kutladığımız Cumhuriyetin ve insanı insan yapan aydınlanma fikrinin ilkelerini, değerlerini tersinden okumak…

 Bilgisizlik gerçeğimizi kabul etmek ve tıpkı Cumhuriyetimizin ilk dönemlerindeki gibi büyük bir bilgi edinme seferberliğine girişmek ise, bütün cumhuriyetçi kuruluşların, tek tek hepimizin omuzlarındaki yurttaş ve insan olma görevidir…

 Yazının başlığını oluşturan “irdeleyen akıl” ya da irdeleyici akıl konusuna gelince…

 Öyle sanıyorum ki yine toplumca, milletçe, en büyük bir eksikliğimiz de bu düşünme yöntemi alanındadır…

Sıradan halk insanımızı yine bir yana bırakıyorum…

 Aydınlar, üstelik aynı ya da benzer dünya görüşlerini paylaşan aydınlar arasındaki tartışmalara kulak verelim…

 Özeleştiri yoksunluğu, alınganlık, yapıcı olmak bir yana nesnel bile olmayan yıkıcı eleştiri…

 Bütünüyle bakıldığındaysa, irdeleyen, irdeleyici akıl yoksunluğu…

 Bu demektir ki Cumhuriyetimizin yıldönümlerini hakkıyla kutlamak için aşılması gereken uzun bir yol var önümüzde…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Devlet suç işliyor 17 Nisan 2024
Bir bayram kutlaması 10 Nisan 2024
Atatürk kazandı 3 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları