Barış Terkoğlu

Milliyetçi harekete faşist saldırı

21 Ocak 2021 Perşembe

Yoldaşlar, Dünya Harbi sırasında ben çok büyük sorumluluk taşıyan, mevki sahibi biriydim ve Alman emperyalizmi safında savaşmak zorunda kaldığımı üzülerek belirtiyorum. İngiliz emperyalizminden olduğu kadar, Alman emperyalizminden de nefret ediyorum. Çalışmadan servet sahibi olmak isteyenler yok edilmeyi hak etmektedir. Benim emperyalizm konusuna bakış açım budur.

Yoldaşlar” diye başlayan tebliği yapan, bir anlamda “özeleştirisini veren” kişi, sosyalist hareketin liderlerinden değil. Türk milliyetçiliğinin yüksek tepelerinden biri, Enver Paşa...

Biz halkın refahı için mücadele ediyoruz ve bunu suiistimal edenler ile başkalarının emeğine el koyanların düşmanıyız” diye devam ettiği açıklamayı yaptığı yer ise Sovyetler’in kurduğu, dünya devrimcilerinin bir araya geldiği Birinci Doğu Halkları Kurultayı.

SOSYALİSTLER İLE KADER BİRLİĞİ

Bugün sokaklarda dövecek insan arayanlar için şaşırtıcı olabilir. Ancak tam bir asır önce, dünyanın en taze devletini kurarak sömürüyü bitirmeye çalışan sosyalistlerin yolu, emperyalizme karşı bağımsızlık isteyen Doğulu milliyetçilerle kesişmişti. Enver Paşa’yı Berlin’den zorlu bir yolculukla Moskova’ya taşıyan, Lenin ya da Troçki’nin masasına oturtan, Zinovyev ve Radek’le Bakû’ya doğru yola çıkaran önceden tahmin etmedikleri bu kader birliğiydi.

Aslında her iki taraf da programında samimiydi. Sosyalistler, Doğulu halkların emperyalizme karşı kendi kaderlerini ellerine almasını istiyordu. Enver Paşa da aslında Kızıl Ordu’ya destek olmaya niyetliydi: “Karadeniz’deki fırtına benim gemimi parçalayıp geri dönmek zorunda kalmasaydım, (...) içinde benim de bulunduğum uçak düşmeseydi, Kovno ve Riga hapishanelerinin parmaklıkları olmasaydı, ben de Rusya’nın zor anında sizlere yetişirdim.

Ne yazık, siyaset bir samimiyet testi değildi. “Ondan her şey beklenir” denen Enver Paşa’nın sonu, Sovyet ordusuyla savaşırken oldu. Ama Turancılık ve İslamcılık bagajlarından kurtulan Anadolu’daki milli hareket, Sovyetler ile kader birliğine kaldığı yerden devam etti.

KURUCU MİLLİYETÇİLİK

Hem taraftarları hem düşmanları; kuşkusuz iki kesim de Cumhuriyetin kurucu kadrolarının milliyetçi olduğu konusunda hemfikirdir. Kurucu milliyetçiler, 20. yüzyıla sarkmış “millet olma” siyasetini modern devrimle birleştirdiler. Haliyle Cumhuriyeti kuranlar da yurttaşa dayalı anayasa yazanlar da laikliği getirenler de kadın haklarını savunanlar da hatta demokrasiyi kuranlar da milliyetçiydi. Balkanlar’dan sürülenler, İç Asya’dan geri dönenler, Ortadoğu’dan kovulanlar; ete, kana, kemiğe dayanmayan, Misakımilli sınırları içinde çağdaş bir millet olmayı gerçekçi bir programa dönüştürdüler. Alfabe yaptılar, dil ürettiler, kıyafet tanımladılar...

Türk milliyetçiliğinin bir başka yüksek tepesi Yusuf Akçura, o programı şöyle anlatacaktı:

Demokratik milliyetçilik, hakka dayalı ve sırf savunma amaçlıdır; gasp edilen hakkı almaya ve gasp edilmek istenen hakkı müdafaaya çalışır. Emperyalist milliyetçilik ise saldırı amaçlıdır, diğerlerinin hukukuna bile tecavüzü caiz görerek kendi milliyetini takviyeye çalışır.”

Akçura, “medeniyet değiştirmek” görevi verdiği yeni milliyetçiliğin yol haritasını şöyle çiziyordu:

“Efendiler, Türklerin saldırı amaçlı ve emperyalist milliyetçiliği hatadır. Bugün bu sözleri söyleyen, eline kalem aldığı, mektepte, medresede veya böyle serbest bir kürsüde söz söylemeye başladığı andan beri daima demokratik Türkçülüğü müdafaa etmiştir.

MİLLİYETÇİLİĞİN BUNALIMI MI?

Peki, bir asır sonra neredeyiz? Tuğrul Türkeş’in başlattığı “azgın milliyetçilik” tartışmasını devam ettirebilir miyiz?

Kuşkusuz, milliyetçilik geçen asırda iki büyük lekelenmeyle karşı karşıya kaldı:

1) Irkçılığa dayalı faşizan siyaset,

2) Emperyalizmle işbirliğine açık antikomünist politika.

Bir asır önce “milliyetçilik” denilince akla; istibdada karşı hürriyet, kulluğa karşı yurttaşlık, ayrıcalıklara karşı imtiyazsızlık geliyordu. Bir asır sonra “milliyetçilik” denilince güpegündüz sokak ortasında adam dövme eylemleri konuşuluyor.

Kaç yumruk, kaç tekmeye saplanıp kalmadan çıkıp sorabiliriz: Yaşanan son hadiseler milliyetçiliğin son büyük buhranını mı bize haber veriyor?

Biliyorum, solculara saldırılar yıllardır sıradanlaşmıştı. Peki ülkücü geçmişiyle bilinen isimlere faşist saldırılar milliyetçilik içinde bir büyük kırılmaya mı işaret ediyor? Daha açık soralım: Milliyetçilik bir insan gibi kimlik bunalımı mı yaşıyor?

SİYASAL İSLAMCILIĞIN SOPASI OLDU

Saldırıların faillerinin aynı adresten, tek bir partiden olduğunu biliyoruz. Saldırıya uğrayanların da ortak bir özelliği var. Selçuk Özdağ’dan Yavuz Selim Demirağ’a, Sabahattin Önkibar’dan Murat İde’ye, Orhan Uğuroğlu’ndan Afşin Hatipoğlu’na hemen hepsi milliyetçi hareketin içinden geliyor. Haliyle milliyetçiliğin bir türü, bir başka türünü hedef alıyor.

Peki neden?

Dünyanın son büyük masalı “küreselleşme” kısa sürede son buldu. Sınırların ortadan kalkacağı, zenginliğin paylaşılacağı, refah toplumlarının yayılacağı ütopyası; bir insan ömründen bile kısa sürdü. Yaşanan büyük krize ve çözülmeye karşı tepki üretebilecek iki büyük akımdan biri olan sol-sosyalistler, anlamlı bir karşı çıkış yaratamadı. Sağdan gelişen tepkiler ise milliyetçiliğin ilkel ya da Türkeş’in değimiyle “azgın” versiyonlarını yeniden öne çıkardı. Bu akım, krize giren sistemi değiştirmeyi değil, baskı mekanizmalarını yükselterek yeniden üretmeyi hedefliyordu. Önce ırkçılık, ardından Soğuk Savaş jandarmalığı ile lekelenen Türkiye’deki çizgi, kendisine son bir yer buldu: Siyasal İslamcılığın sopası olmak!

MHP kanadının kendini tanımladığı bu pozisyon, milliyetçi hareket içerisinden itiraz buldukça, tabanda bu itirazlar etkili oldukça, yıllardır solcuların kafasını yaran sopalar bu kez “itirazcı milliyetçiler”e yöneldi.

Haliyle; bütün olarak bakıldığında organize tekmeler, örgütlü yumruklar sadece eski ülkücülere kalkmıyor. Kar soğuğunda ucuz sebze kuyruğu bekleyen düzenden hoşnutsuzların iktidardan kopma ihtimallerine de kalkıyor.Böyle yönetilmek istemiyoruz” diyenlere “başlarının ezilme” ihtimalini unutturmamak için de kalkıyor!

Milliyetçilik yüz yıl önce bir ruh arıyordu. Bugün ise elleri, kolları, dili bağlanmış bir milletin yüreğini sökerek onu cesetleştirenler; milliyetçilik adına politika yaptığını söylüyor.

Milliyetçi hareketin krizi kozadan çıkarak mı çözülecek? Yoksa zorbalığa dayanarak ayakta duranların hayatın gerçeklerine yenik düştüğü gibi mi? Yanıtını bilmiyorum. Bildiğim, zamanı gelmiş bir düşünceyi hiçbir silah durduramaz!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İsmi lazım değil! 15 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları