Barış Terkoğlu

Siyah gömlekli Peker’in gözlerinin altındaki şişlik

24 Mayıs 2021 Pazartesi

Bir pazar günü bu kadar mı sıcak geçer?

Hayır, havadan söz etmiyorum. Türkiye’nin artık hiçbirimizin takip edemediği gündeminden bahsediyorum...

Cumartesi günü insanlar, “Yarın Sedat Peker videosu var, erken yatalım” diyordu. Sabah video geldi. Peker, “Sizi kibrit kutusuna sığacak kadar küçülteceğim” dediği 1 saat 17 dakika 40 saniyelik videosunda biraz daha ileri gitti.

Çok şeyden bahsetti. Ama somutladığı, yer ve isim verdiği kritik olaylardan biri, üstlendiği cinayet girişimiydi. Peker, 6 Temmuz 1996 yılında, vurularak öldürülen Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı cinayetinde, Mehmet Ağar-Korkut Eken ekibinin parmağı olduğunu söyledi:

“Biz o zaman Mehmet Ağar, Korkut Eken hep beraberiz... (…) Bana dedi ki, ‘Kıbrıs’ta bir adam var, Kıbrıs’ı Rumlara satmak istiyor.’ İki profesyonel dedi... Dedim sana öz kardeşimi vereceğim, Atilla Peker’i. (…) Aradan zaman geçti, döndüler üç dört gün sonra. Denk gelinemedi. Korkut Abi’yle konuştuk. Dedi sonra gideceğiz. Onlara bağlı başka bir ekip öldürmüş. Karşılaştık Korkut Abi’yle, ‘Halloldu o iş’ dedi.”

Kısacası Peker, kendi kardeşinin Adalı’yı öldürmek için gittiğini, başaramadığını, ancak sonra giden ekibin bunu yaptığını söylüyor.

MANASTIRA YAPILAN BASKIN

KKTC, 90’lı yıllarda devletin raporlarına “Türk mafyasının arka bahçesi” olmasıyla girmişti. Alengirli işlerin sembolü olan kumarhanelerdeki, off shore bankalardan geçen paralardaki, otellerle kurulan ortaklıklardaki mafya parmağı herkesin bildiği sırdı. KKTC Meclisi de Başbakanlık Teftiş Kurulu da hazırladığı raporlarda, Türkiye’den Kıbrıs’a uzanan mafya ilişkilerinin altını çiziyordu. Dönemin kanlı aktörleri, adaya sahte kimliklerle girip çıkıyor, alım satım işlerine giriyor, silahlı saldırılara karışıyordu. Adalı suikastı, sembolik örneklerinden biriydi. 90’lı yıllarda, küçücük adada, 36 faili meçhul bombanın patladığı hatırlanırsa, yaşananlar bir “küçük Türkiye” hikâyesiydi.

Suikast, 14 Mart 1996 akşamı gerçekleşen bir baskına bağlanıyordu. Zira Kutlu Adalı, St. Barnabas Manastırı’nda gerçekleşen ve 12-15 kişilik bir grubun karıştığı olayı araştırıyordu.

Kıbrıs gazetesi, 16 Mart’ta “Trilyonlarca liralık ikonaların korunduğu tarihi müzeden nelerin çalındığı bilinmiyor” diye yazdı. Türkiye’nin gazeteleri ise şu manşeti atıyordu: “Mafya, KKTC’de Aziz mezarını soydu.” 

Kutlu Adalı, resmi makamların tam 5 gün suskun kaldığı olayın ardından, 23 Mart 1996 günü şu satırları yazdı:

“Polis susunca, Güvenlik Kuvvetleri konuşmayınca, hükümet ağzını kapatınca yalnız gazeteler ve halk konuşur. Halkın ağzı torba değil ki büzelim. Herkes kendine göre bir şey söylemeye başlar.

Derler ki 20 Temmuz, 1974 Harekâtı’nda bir binbaşı Rumların evinden, kilisesinden, bankasından, kuyumcusundan ganimet olarak toplanan altın, gümüş, elmas, pırlanta gibi mücevherleri St. Barnabas’ın mezarının olduğu mağaraya gömdürmüş. Savaş bitince gelip almayı amaçlamış. Bu arada generalliğe yükselip emekli olmuş. Aradan 21 yıl geçtikten sonra Kıbrıs’ta bulunan güvendiği kişilere durumu anlatmış ve bu silahlı baskın operasyonunu gerçekleştirmişler... Mücevherleri alıp aynı gece uçakla Türkiye’ye kaçmışlar.”

‘ORADA BİR YERLERİ SOYMUŞLAR’

Kutlu Adalı’nın o makaleden üç buçuk ay sonra öldürülmesi, arı kovanına çomak sokmasına bağlandı. Cinayetin, Türk İntikam Tugayı (TİT) isimli şaibeli örgütün adına üstlenildiği yazıldı. Adalı Cinayeti, Uzi marka bir silahla işlenmişti. Susurluk çetesiyle gündeme gelen Uzi’yi, Türkiye’de sadece Özel Harekât Dairesi kullanıyordu. Susurluk kazası sonrası devlet içindeki çetelere yapılan operasyonlarda, İsrail’in hibe ettiği ve birçok suikastta adı geçen Uzi marka silahların, Emniyet Genel Müdürlüğü envanterinden kaybolduğu anlaşılmıştı. Kumarhaneci Ömer Lütfü Topal ve Kutlu Adalı cinayetleri arasında sadece 21 gün vardı. Ve Topal cinayetindeki Uzi şarjöründe Abdullah Çatlı’nın parmak izi olduğu ortaya çıkmıştı.

Dün Peker’in konuşmasının devamındaki satırlar tam da bu ağı açıklıyordu:

“Orada bir yeri soymuşlar. (Kutlu Adalı) soygunla ilgili çalışma yapıyor. Uyuşturucu ve kumarın Kıbrıs genelini ele geçirdiği konularında çalışmalar yapıyor. (…) O kadıncağızın (eşi İlkay Adalı) mücadelesini hep uzaktan izledim. Avrupalara müracaat etti.”

Gerçekten de İlkay Adalı, iç hukuktan çözüm bulamayınca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitmişti. Mahkeme Türkiye’yi, “ölümü etkin şekilde araştırmadığı” gerekçesiyle tazminata mahkûm etmişti.

ANKARA’DAN PEKER’E DENK GELEN KARAR

İşte burada mesele daha da ilginç bir hal alıyor.

Türkiye üzerinden geçen bir uyuşturucu hattını anlatan, arkasında “İran” yazan bir tahta önünde “başka hatları” anlatacağı mesajı veren, Adalı cinayetinde uluslararası mahkemeyi hatırlatan Peker’in gömleği bu kez siyahtı. Arkasındaki salon değişmişti. Bambudan direkler yerine, bir toplantı salonunun boş koltukları vardı.

Çekim gündüz değil, gece yapılmıştı. Gözlerinin altı torbalıydı. Uykusuz olduğunu söyledi. Sebebini şöyle açıkladı: “Ben sabahlara kadar devlete zarar gelmesin diye uluslararası hukuku okuyorum.”

İşin ilginç tarafı, uluslararası hukuku bildiğini gösteren bir dizi hikâye de anlattı. Makedonya’da kendisini Türkiye’ye göndermek isteyen makamları “Uluslararası arenada sizi mahkûm ettireceğim, ben siyasi mahkûmum” diye tehdit ettiğini söyledi. “Aslında blöf değil, doğru söyledim” diye de devam etti.

Yazıyı yazarken Kıbrıs gazetelerine baktım. KKTC’de her görüşten politikacılar neredeyse ağız birliği etmişçesine “harekete geçme” çağrısı yapmaya başlamıştı.

Derken…

Sanki Sedat Peker’e cevap verir gibi, Türk medyasına bir son dakika haberi düştü. Aslında karar 5 Nisan’da alınmıştı. Ama duyulması bugüne kısmet oldu. İstinaf mahkemesi; Mehmet Ağar ve Korkut Eken’in de aralarında bulunduğu isimlerin yargılandığı, “90’lı yılların faili meçhulleri davası”nda beraat kararlarını bozmuştu. Dubai’den konuşan Peker ile Ankara’dan karar veren mahkeme, Ağar ve Eken konusunda, aynı saatlerde tuhaf bir kesişme yaşadı. Belli ki rüzgâr aynı yerden olmasa da aynı yöne doğru esiyordu! Yetmedi, ardından Peker’in tanık gösterdiği kardeşinin gözaltına alındığı haberi geldi.

“Güneşli Pazartesiler” filminde, Sergei’nin, iki komünistin yıllar sonra karşılaşmasını anlattığı öykü gibi:

“- Dostum, çok kötü bir şey fark ettim. Bize komünizmle ilgili anlatılan her şey yalanmış.

- Ben daha kötüsünü fark ettim. Bize kapitalizmle ilgili anlatılan her şey doğruymuş.”

Pazar, rüzgâr gibi geçti gitti. Şimdi güneşli pazartesilerin zamanı: Meğer bize mafyayla ilgili anlatılan her şey doğruymuş!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları