Çiğdem Toker

Cevapsızlığın şiddeti

26 Ağustos 2018 Pazar

Dayak, gaz, plastik mermi, yerlerde sürükleme.

Gözaltında kaybedilen evlatları için 699 haftadır Galatasaray Meydanı’nda toplanan annelere, 700. haftada polis “aldığı talimat” gereği zor ve şiddeti reva gördü.

Cumartesi Anneleri, kimi on yıllar önce götürülüp bir daha dönmeyen, nerede, nasıl öldürüldüğünü, nereye, hangi şartlarda, kim tarafından gömüldüğünü, hatta gömülüp gömülmediğini dahi bilmedikleri, son sözünü, bakışını öğrenemedikleri çocuklarının kemiklerini istiyor.

Yas tutamamış annelerin, kardeşlerin 13 yılı aşkın bir süredir her cumartesi ellerinde karanfille oturarak yaptığı bu hatırlatmanın 700’üncüsüne tahammül edilemedi.

2018 bütçesinden 28 milyar lira ödenek ayrılan Emniyet Genel Müdürlüğü, maaşı halkın parasıyla ödenen polis, halkın parasıyla satın alınan mühimmatı yaşlı insanları dağıtmakta kullandı.
Beyoğlu’nda dünkü manzaralar, gerçekte haksız oluşun, bir cevap veremeyişin şiddetiydi.
Uygulanan şiddet AKP kurulmadan çok önceki “kaybetmelere” bugün devleti yönetenlerin dolaylı yolla sahip çıkma anlamına mı geliyor?

Olabilecek en meşru bir eylem ile oğullarının akıbetini soranlar ile destek için gelenlere ortada hiçbir şey yokken plastik mermi sıkılması başka nasıl izah edilir?

Bu ülkede adalet, adında “adalet” kelimesi olan iktidar partisinin, katlanmakta en çok zorlandığı taleptir artık. Ama evladını gözaltında kaybetmiş, devletten kemik ve mezar yeri isteyen annelerin kaybedip korkacağı da hiçbir şey olamayacağının tahmin edilmesi gerekir.

Ev eşyası olsaydı

C umartesi Anneleri, evlatlarının kemiklerini değil de misal “satın alacak gücüm yok” deyip bir mobilya takımı talep etseydi iktidar nezdinde makbul vatandaş sayılırdı.
Değil 700. hafta, ikinci haftasında kapılarının önüne bir nakliye kamyonu yanaşır, ihtiyaçlarından da fazla eşyayla donatılırdı evleri.

Talep edilen, satın alma değeri olan, mideye hitap eden dünyalık nimetler değil de rejim partisinin adındaki “adalet” olunca reva görülen de zulüm oluyor.

Akkuyu’da neler gizlenmiş neler...

Akkuyu Nükleer Güç Santralı (NGS) önündeki “can sıkıcı”(!) bir hukuk engeli kalktı biliyorsunuz.
Kaldıran da bizatihi Danıştay. İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, üç büyük meslek örgütünün açtığı davada, “ÇED olumlu” raporunu hukuka aykırı bulmadı. Temyiz talebini reddetti.
Bu demek oluyor ki Rusya, dünyanın en pahalı elektriğini üretecek Akkuyu NGS’yi kurarken, işletirken o bölgede çevre ve insan yaşamı bakımından endişe edecek hiçbir şey yok! Neyse ki bu feci karar oyçokluğuyla alınmış. Karara muhalif üyeler, nihai ÇED raporundaki eksikliklere dikkat çekmiş. Dava konusu ÇED raporuyla ilgili uzman görüşleri ve raporlardan hayati önemde konuları aktararak karara kayıt düşüyorlar.

Muhalefet şerhi ibretlik!

Saklanan ve yer verilmeyen çok sayıda hastalıklar, bölgedeki balıkçılık ile ilgili bulguları, Alican Uludağ imzalı geçen haftaki haberde yer aldı. Danıştay’ın da olumlu bulduğu ÇED raporunda saklananlar saymakla bitmiyor. Bakınız 2018/337 numaralı karara itiraz eden üyelerin dehşet verici tespitlerine:

- Kıbrıs’ın güneyinde oluşabilecek yüksek ölçekte bir depremin bölgede yaratacağı etkiler.

- Nükleer tesisin işletimi sırasında oluşacak asit yağmurlarının bölgedeki tarıma etkisi.

- Bölgedeki kuyulardan içme ve kullanma suyu ve sulama suyu elde eden yerleşim yerlerinin, tesisin yapım ve işletim sürecinde nasıl etkileneceği.

- ÇED raporunda belirtildiğinin aksine, yöredeki yağışların sadece yükselti düzeneği ile açıklanamayacağı, bölgede Akdeniz ve orta enlem siklonlarının bulut ve yağış oluşum düzeneklerinin birinci derecede önemli olduğu, bu konuda raporda yeterince değerlendirme yapılmadığı.

- Santralın reaktörlerinde çevreye salınması öngörülen 23 radyoaktif izotop envanterinde, çevre etkileri çok önemli olan “Trityum” ve “Karbon” izotoplarının gösterilmediği.

- 4 reaktörden çevreye yayılacak salım miktarı 60,740 Curi iken, bu değer ÇED raporunda 20 kat daha düşük gösterildi.

- Soğutma suyu sisteminde kullanılacak “Sodyum Hipoklorit” kimyasalı denize bırakılırken özelliğini kaybettiği belirtilse de bu gerçeği yansıtmıyor.

- Helen yayında (Yunanistan’dan gelip, on iki adaların üzerinden geçen deprem kuşağı) dalma-batma veya volkanik patlama kaynaklı tsunami riski var. Bu nedenle Doğu Akdeniz havzasının tamamının tsunami modellerine yansıtılması gerekirken yapılmadı.

Örtülü ödenek 19 kat arttı

2019 bütçe hazırlıkları başladı. Cumhurbaşkanı’nın TBMM’ye sunacağı ilk bütçede, örtülü ödeneğin tek kullanıcısı da Cumhurbaşkanı olacak.

AKP’nin hazırladığı ilk bütçe olan 2003 ile hükümet tasarısı olarak hazırlanmış “son bütçe kanunu” olan 2018 bütçesi boyunca kullanılan örtülü ödenek tutarlarını çıkardım. (2018 henüz tamamlanmadığı için 2003-2017 yılını esas aldım.)

Bu konuyla ilgili olarak iki çarpıcı nokta var. Biri örtülü ödenekteki oransal ve kümülatif artış. Diğeri ise devletin gelirlerindeki artış ile örtülü ödenek harcamasındaki artışın karşılaştırması.
Bu karşılaştırmanın anlamlı olmasının sebebi, örtülü ödeneğin bütçe gelirlerinden harcanması.
2003’te 103 milyon TL ile başlayan örtülü ödenek harcaması, 2017’de 1 milyar 977 milyon TL’ye ulaştı. 19 katın üzerinde bir artıştan söz ediyoruz.

Bütçe gelirleri açısından 2003’te 98.3 milyar TL olan bütçe gelirleri, 2017’de 630.3 milyar TL gerçekleşmiş. Bu da 6.4 artış demek.

Sonuç: On beş yılda örtülü ödenek harcamaları, bütçe gelirlerinden 3 kat fazla artmış.

“Ne olursa olsun gelir gelsin” denilen bir dönemde not düşelim istedik.
Ayrıntıları yakında paylaşacağım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları