Deniz Yıldırım

Tatar Çölü’nden Kâtip Bartleby’a

19 Aralık 2020 Cumartesi

Bir 21. yüzyıl başyapıtı olan Ahlat Ağacı’ndaki suyu aramayı sürdürme iradesiyle başladık önce; sonra 20. yüzyıla döndük, Dino Buzzati’nin Tatar Çölü romanı etrafında oluşan geniş literatüre de değinerek döngüye teslimiyeti, suyu aramaktan vazgeçişi ele aldık. Tatar Çölü’nün başkahramanı Drogo’nun kendisini kaledeki akışa kaptırması üzerinden iki seçenek tarif etmiştik: İlki beklemek ve akışa teslimiyet, ikincisi ise akışa etkin müdahaleydi. Bu iki eksen, iki tutum arasındaki ilişkiyi sinema ve edebiyat üzerinden tartışmaya, böyle bir zincirin halkalarını oluşturmaya bir süre devam edeceğiz. Anlatılan bizim de hikâyemiz, açmazlarımız ve arayışlarımız çünkü.

Şimdi bu denklemi akılda tutarak bir yüzyıl daha geriye saralım filmi. Bu kez 19. yüzyıldayız. Herman Melville’i Moby Dick romanıyla tanıyoruz, ama bir de Kâtip Bartleby’ı var. Kitap 1853’te yayımlanıyor; New York’ta, yükselişteki Wall Street bölgesinde bir hukuk bürosunda yazıcı olarak işe giren ve evrak kopyalama işini başarıyla yürüten Bartleby’ın öyküsü bu. Akış, kapalı mekânda ve patronla çalışanlar arasındaki ücretli iş ilişkisinin yapısına göre ilerlerken patron, Bartleby’dan bir küçük kopyayı gözden geçirme işine yardım etmesini isteyince düzenek sekteye uğruyor. Zira Bartleby’ın yanıtı, bütün öykü boyunca sürecek bir tutuma dönüşerek “Yapmamayı tercih ederim” oluyor. Patronu, “Azimli bir insanı pasif direniş kadar çileden çıkaran bir şey yoktur” diyor bir yerde.

İlginçtir, Tatar Çölü’nün başkahramanı Drogo eylemliydi. Fakat önceden belirlenmiş bir akışa kendisini kaptırarak o mekanizmaya inanmayı ve eylemiyle yeniden üretmeyi tercih etmişti. “Yapmamayı tercih ederim” diyen Kâtip Bartleby ise görüntüde eylemsiz ama “yapmamayı tercih eden” tutumuyla akışa müdahale edip bürodaki düzeni sarsıyor. Öyleyse akışı yeniden üretmeyi reddeden her tutum, özünde bir eylem biçimine dönüşüyor. Ders dolu.

Diğer yandan verili kalıplara ve akışa müdahale, özneleşmeyi de beraberinde getiriyor. Bartleby’ın kendisi oluşu, “yapmamayı tercih ettiği” anda gerçekleşiyor. İşyerindeki diğer üç çalışandan farkı, o saate kadar yaptığı işin niteliğiyle ölçülen Bartleby (kapitalizm ve ücretli emek ilişkisine göre), o tutumla birlikte, yani “yapmamayı tercih etmesi”yle, patronu tarafından belirlenmiş iş akışına (her işe koşturma eğilimi) müdahalesiyle değerlendiriliyor. Nesne, özneleşiyor. Özneleşme, itirazla başlıyor.

‘Hayır Demek Yetmez’

Ancak yeterli mi? Değil; Bartleby süreç içinde ne söylense “yapmamayı tercih ediyor”; en sonunda işine son veriliyor, “ayrılmamayı tercih ediyor”; hukukçu patronu onu oradan çıkaramayınca kendisi çıkıyor. Yazıhane ve semt değiştiriyor; sonra eski binanın sahibi ve kiracıları, bir şeyler yapmasını istiyorlar; çünkü artık binada, girişte, merdivenlerde oturuyor kâtibimiz. Devamında ise hapse atılıyor Bartleby; ilginçtir, yazar bu noktayı, “Zavallı kâtip hiç karşı koymamış, donuk ve kımıltısız tavrıyla sessizce boyun eğmişti karara” diyerek aktarıyor. En sonunda bu eylemsizlik, yemeden içmeden kesilmesiyle, yavaş intiharıyla sonuçlanıyor. Aklıma, Naomi Klein’ın günümüzde karşı karşıya olduğumuz sorunlarla mücadeleyi ele aldığı kitabının başlığı geliyor: “Hayır Demek Yetmez”. Akışa karşı koymak da tek başına yetmiyor.

Bartleby’ın akışı bozması özyıkımı pahasına oldu. Ahlat Ağacı’nın son sahnesinde önümüze sunulan iki seçenekten ilki, yani intihar gerçekleşti; sadece yavaşlatılmış olarak. Belirlenmişi, önüne sunulmuşu reddeden ilk tutum, pozitif ve kolektif bir gündemle desteklenmediğinde sonuç yeniden edilgenlik, yalnızlaşma ve özyıkım oldu. Kazmayı ele almak, suyu aramayı sürdürmek... Özyıkımla sonuçlanmayan bir özneleşme üzerine düşünmek için bire bir örnek. Pasif direniş kadar, pozitif inşa da zorunlu. Yine de yazıldığı dönemi düşünürsek, “yeraltı”ndaki yalnız adamın yüzeye çıkma, yüzeyde tek başına akışa müdahale potansiyelini görme macerasından bağımsız değil Bartleby’ın öyküsü. Bu da önemli bir aşama.

Yeraltı demişken, “yeraltı insanı”nı en fazla ele alan yazar Dostoyevski; geleceğiz oraya da. Ancak onun da etkilendiği bir isim var: Gogol. Gogol, “küçük insan”ın, “yeraltı”ndan kamusal alana çıkma mücadelesi veren yeni tip aydının ve emekçi sınıfların sancılı mücadelesinin işaretlerini sunuyor bize. En çok da Palto öyküsü ile. Yine bir kâtibin hikâyesi, yıl 1842, yer bu kez Petersburg, Rusya. Kâtip Bartleby ile Kâtip Akaki Akakiyeviç’in hikâyesinde “akış”a müdahale ve edilgenlik diyalektiğinde benzerlikler ve farklılıklar hangi temelde? Haftaya buradan devam.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Cumhuriyet’e veda 4 Haziran 2022

Günün Köşe Yazıları