Elçin Poyrazlar

Türkiye’yi kullanma kılavuzu

16 Kasım 2020 Pazartesi

Bir yakınım ‘Türkiye’de yaşayamazsın, sadece hayatta kalmaya çalışırsın’ demişti. Ona göre ‘yaşamak’ bizim topraklara ait bir olgu değil, gerçek başarı ise güme gitmemekti.  Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’nun Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan son karikatürünün Türkiye’de geleneksel ve sosyal medyada paylaşılmaması bana bu sözü anımsattı. Bu ülkede yaşayanlar, tüm dünyanın görüp üstüne rahatça yorum yaptığı karikatürü paylaşmanın onları güme götürecek ağır bedelini, çoğunlukla birinci elden bilir çünkü. Çünkü; iktidarların genellikle ilk hamlesi sivri dilleri kesmek olur. O diller meydanlarda ibret olsun diye teşhir edilirken, diğerlerinin ne dediği, ne yazdığı, nasıl söylediği şahince gözlenir. Eğer fazla konuşursanız, önce yalancılıkla sonra aşağılamakla sonra ülke kutsallarına saldırmakla suçlanırsınız. Sosyal medyada yedi yıl önce paylaştığınız bir yorum yüzünden sorguya çekilebilirsiniz. Sokak röportajlarında sıradan bir vatandaş olarak öfkenizi yansıtırsanız, eviniz basılabilir. Muhalefetin dilini temsil eden bir siyasetçi ya da gazeteciyseniz hapislerde çürüyebilirsiniz. Siyasi oyunlarla işinizi, itibarınızı, hayatınızı kaybedebilirsiniz. 


***

Dilinizi tutmanız, tonunuzu düşürmeniz, konularınızı sınırlamanız buyurulur, aksinin buz gibi sonuçları olduğu derhal öğretilir. Korku, kaygı, tasa insani duygular. Siz de dudağınıza gelen sözcükleri yutmaya, dilinizin altına saklamaya, başınızı diğer tarafa çevirmeye başlarsınız. Hele bir de ağzınız yanmışsa, konuşmaya tövbe edersiniz. Dostlarınızla buluştuğunuzda telefonlarınızı uzaklaştırır, önce çevrenize bakar, sonra fısıltıyla size dert olanları anlatırsınız. Aileniz size ‘bu konulara girme, başın yanar’ diye nasihat eder. Diğerleri ‘Konuşsak ne olacak, biz mi çözeceğiz sorunları’ diyerek sizi rahatlatmaya çalışır. Ellerinden hiçbir şey gelmediğini kabul ederek sırtlarındaki ürpermeyi bastırmak için ‘hafif’ konular seçerler.  Siz diğer tarafa bakarken konuşma gafletine düşmüş olanların feryatlarını duyarsınız. 

***

Adaletsizliğin, yolsuzluğun, haksızlığın, sahtekarlığın, yoksulluğun, sömürünün, cinayetlerin, tecavüzlerin çığlıkları kafanızın bütün deliklerinden içeri sızar. Ama tepenizde kapkara bir örtü…Ağzınızı açsanız, sizi yutacak diye susmaya devam edersiniz. 

‘Benim gücüm ne ki’ dersiniz kendinizi avutmak için. ‘Ben konuşsam, ses çıkarsam ne olacak. Değişim benimle başlamaz ki’…Ayakta kalmak için size dayatılan kullanma kılavuzuna sığınır, koşullandığınız sloganı tekrarlarsınız; ‘Sus ve önüne bak’. Yuttuğunuz sözcüklerin bedeninizi ve ruhunuzu zehirlemesine engel olamazsınız. ‘Esas olan yaşamak değil hayatta kalmak’ diye ikna etmeye çalışırsınız kendinizi. Sonra bir gün, kulağınıza bir ses çalınır. Uzun süredir konuşmadığınız için sesleri de tanımanız kolay değildir artık. Bir türkü, bir kahkaha, bir şiir, bir çağrı…Kara örtünün altı boğucudur ama ses size yine de ulaşır. Ruhunuzu ele geçirir.

İşte o anda, zehrin sizi felç ettiğini düşündüğünüz, nefesinizin en çok tıkandığı o anda, ciğerlerinizi yırtarak bağırmanız gerekir. 

***

İçinizde şişen tüm sözcükleri o kara örtüye doğru haykırmak ve onu yırtmak… 

Sonrası mı? 

Sonrası umudun ılık neşesi… 




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları