Dini iktidarın aracı yapmak!..

20 Ocak 2020 Pazartesi

İnsanların inancı kutsaldır.

Dinler, insanları korkularından kurtarmak amacına yönelmiş bir sığınaktır..

Ölüm korkusu.

Yok olup gitme korkusu.

Çaresiz kalma korkusu.

Bu korkulara karşı insanlar inançlarına sığınırlar.

Dinler, inanç gereksinmesinin kurumsal örnekleridir.

Tapılacak bir Tanrı, onun elçisi olan bir peygamber, kutsal bir kitap, kutsal bir mekânları vardır, ayinleri oluşur.

Dinler, bu koruma karşılığında tam bir itaat, tam bir teslimiyet isterler.

Totem ayinlerinden çoktanrılı dinlerin ritüellerine, oradan da tektanrılı dinler sistemine geçen inançlar, kendi ibadet biçimlerini oluşturmuştur.

Ancak inançlar bu çerçevede kalmamış, toplumları yönetmek isteyen iktidar hırsının sahipleri, dini kendi iktidarları için kullanmayı öğrenmişlerdir.

Ortaçağda kilise, Vatikan’da “papalık” makamını kurmuş, onun kararlarını kutsal emir saymış, uymayanları engizisyon ve aforoz ile cezalandırarak iktidar olmuştur.

Bu Katolik iktidarının emirlerine karşı çıkanlar, ayrı mezheplerle kendi yorumlarına uyan topluluklar yaratmıştır.

Almanya’da Martin Luther adındaki rahip Katolikliğe karşı “Protestanlık” diye adlandırılan yeni bir mezhep kurmuştur.

Jean Calvin adlı Fransız rahip de “Kalvenizm” mezhebini kurmuş, 1541 yılında Cenevre’de teokratik bir kent yönetimini en katı kurallarla yönetmiştir.

Toplumlar bunları nasıl kabul eder?

İşte, insanların akıl merkezlerine bir filtre takarak düşünmelerine ambargo konursa, o insanlar artık “kendilerine söylenen güdülerle ve kışkırtılmış dürtülerle” hareket ederler. Bu insanların oluşturduğu toplulukların düşünmeleri engellenmiştir. Onlar artık soru sormazlar, eleştiri yetenekleri yoktur, sadece itaat eder ve teslim olurlar.

İşte, bizdeki tarikatların, cemaatlerin oluşma mekanizması da budur.

Şimdi, siyasal iktidarın yürüdüğü yol da, bu “iktidar için dinin kullanılması” yoludur. Bu yolda gidiş sürerse, olacağı bütün toplumun bir “ümmet ve cemaat” olmasıdır.

Siyasal İslam temeline dayanan bir toplumda iktidarın tanımladığı din referansı dışında bir yaşam ancak “izin verilmiş azınlık yaşamı” olacaktır.

Kamusal alandan dışlanmış, bütün kamu olanaklarından yoksun bırakılmış azınlık, artık bu cemaat içinde izin verilmiş bir yerde yaşamaya çalışacaklardır.

“Böyle şey olur mu?” demeden önce üç şeyi düşünün:

Bir, Türkiye Cumhuriyeti 20 yıl içinde nereden nereye, nasıl geldi?

İki, tarihte Adolf Hitler, Avrupa’nın uygar Almanyası’nı “üstün ırk” kuramına nasıl inandırarak peşinden sürükledi?

Jean Calvin, nasıl oldu da dinsel iktidarını en katı kurallarla Cenevre’de uygulamaya soktu.

Üç, modernleşme yolundaki İran, Humeyni tarafından katı bir din devletine nasıl çevrildi? 

İşte, bunları görünce, bizim ülkemizde de nelerin nasıl olduğunu, nelerin nasıl olacağını daha iyi anlarız.

Bu gidiş önlenebilir mi?

Evet. Tabii ki önlenebilir. Ama koşulları var.

Bir: En başta CHP muhalefeti “rehavetli gidiş”ini değiştirip “alarm durumu”na geçerse önemli bir adım atılır. 

Meclis muhalefeti değil, örgütlü ülke muhalefeti yapılmalıdır. Bugün İstanbul Belediyesi, başkanı dahil, iktidar kuşatması altındadır. Bütün ülke bu kuşatmayı kaldırmalıdır.

İki: Eğitimdeki dinci kuşatma laik kesimin en sert karşı koymasıyla kaldırılmalıdır. Bütün anneler babalar seferber edilmeli, toplumsal muhalefet örgütlenmelidir.

Üç: Her yolsuzluk her yolla açıklanmalı, yapanlar topluma açıklanarak çalınan her kuruşun hesabı sorulmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti laik ve bağımsız bir ülke olarak kurulmuştur.

Bu kuruluşu hak etmek için her vatandaş, her yurttaş geleceğinin sorumlusu olarak yaşanan her şeye müdahil olmalıdır.

Bu gidişe daha fazla seyirci kalmak, yarının “İslam Cumhuriyeti”ne izin vermek anlamına gelecektir.

Uyanın vatandaşlar. Uyanın yurttaşlar.

Her gün, bir gündür. Her saat, bir saattir.

Uyanın. Geleceğinizi hak edin...




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Istakozun intikamı! 22 Nisan 2024
Özeleştiri?... 8 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları