Yaşatmacılık Yerine Savaş

29 Şubat 2020 Cumartesi

Türk ordusunun biricik amacı, Atatürk’ün ifadesiyle, “yurt savunması” ile sınırlanmıştır.

Son günlerde peş peşe şehitler veren Türk ordusu, bir başka ülkenin içindedir. Bunun kararını, reisçi düzen gereği “Başkomutan” diye anılan AKP Genel Başkanı vermiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Başkomutan Atatürk’e göre; kumandanlar, emir vermiş olmak için emir vermezler. Emir verirken, kendini, o emri yapacak olanın yerine koyması ve emrin nasıl uygulanacağını düşünmesi ve bilmesi gerekir. (1922, Nutuk)

AKP Genel Başkanı, İdlib’de olup biteni “savaş” diye nitelemişti. 

Oysa Atatürk, savaşın ciddiyetini dikkate almayan samimiyetsiz önderlerin, saldırıların aracıları olduğu dersini vermiştir. (1935, Ayın Tarihi)

AKP Genel Başkanı’nın yönetimindeki Türkiye, bölgede ABD ve Rusya’nın çıkarları arasında gidip gelmekte, kendi bağımsız davranabilme yetisini kullanamamaktadır.

Tam bağımsızlığı, “temel ruh” olarak kabul eden Atatürk, yabancı bir ülkenin himaye ve desteğini kabul etmenin, insanlık özelliklerinden yoksunluk, beceriksizlik ve miskinliği itiraf anlamına geleceğini vurgulamıştır. (1919, Nutuk)

Bir atasözümüzde geçen nitelemeyle “yurdu şen eden” devlettir. Uygar, çağdaş devletin birincil görevi, “yaşatmacılık”tır. Yurttaşlarını yoksunluk ve yoksulluktan kurtarmak; onların maddi manevi yaşam koşullarını düzenlemek, insan değer ve onuru ile gönenç içinde yaşamasının koşullarını sağlamaktır.

AKP iktidarı, işte bu görevini savsakladığı içindir ki, yurttaşlarını, yurt savunması ile hiç ilgisi olmayan bir savaşa sürüklemektedir.

Muzaffer İlhan Erdost

Muzaffer Ağabey, bir kitabını “Nice acıların aralığından” diye imzalamıştı...

Kederin ırmağı mıydı, kardeşi miydi? Hiç bilemedim... Bildiğim bir şey var ki, Muzaffer Ağabey, yurdunda sürgün yaşatılanlardandı.

Oysa o, çocukların gözlerinde pırlayan kuşları arıyordu. İçeride tutulan düşüncesini demir kapılardan aşırıyordu. Atlar koşturuyordu insanlığın kuşatılmış yalnızlığına...

Muzaffer İlhan Erdost’un S E R O T O N İ N güneşin kızıllığında at koşturan binici tablosu…

Muzaffer Ağabey, gövdesini ölümün sessizliğine, direnen sesini bize bıraktı.

Aydınlık gecelerde, başınızın üzerinde, oralarda bir yerlerde ışıyor olacak...

Şekibe Çelenk’in Kuşağı

Eşi benzeri gelmeyecek bir kuşağı yitiriyoruz.

Bir küçük nar ağacının altında okuduğu Jean-Jacques Rousseau’nun “Toplum Anlaşması” ile aydınlanan gençlik bilinciyle Hatay’ın Fransızlardan kurtuluşuna tanık olan Halit Çelenk’in eşiydi Şekibe Çelenk.

Büyük zaferin seherinde doğmuştu. Bütün dünyaya örnek olmuş bir devrimin, 1923 Cumhuriyeti’nin toplumsal değişimi içinde büyümüştü.

Eşitlik ve kardeşliğe erişebilme bilincinin, ancak aydınlanma yaşamış bir toplumda kök salacağını, yaşamın deney taşında bilemiş bir hukukçuydu.

Eşi Halit Çelenk ile yeni ve toplumsal demokratik atılımların, halk baharlarının ancak Cumhuriyetçi ilkelere yaslanarak güneşlenebileceğini kanıtlamıştı bizlere.

Şekibe Çelenk ve onun simgelediği kuşaktır, bize savaşım gücünü veren.

O kuşaktan bir tane; öte yana zıplamış yetmezci ve de evetçi, boyun eğici, kandırmacı ve kandırıldımcı çıkmamıştır.

O kuşağın birikimidir, bugün de Türkiye’yi her yönden bağımsız kardeşliğe taşıma gücü, istenci veren...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Şamar örnekleri 6 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları