Afrin’i konuşmanın ‘sınırları’

12 Şubat 2018 Pazartesi

Bir süredir baskın bir gündem maddesi olan Afrin, gelen çok üzücü haberlerle yeni bir evreye taşınıyor. Konuşmak zaten zordu, şimdi daha da güçleşiyor, imkânsız hale gelmesi riski yaklaşıyor. Slogan atmak, bağırmak, suçlamak ve “teslim olmak” dışındaki seçeneklere fazla alan kalmıyor.

Üzülme ve dua etme hakkı sadece birilerine mi ait?

* Kutuplaştırmanın vardığı noktada, “ortak acı” iddiasıyla hiç örtüşmeyen şeyler yaşanıyor, söyleniyor. Garip bir çelişki; daha baştan “bu çocuklar ölmesin” denmesi, onların toprağa düşmesinden sonra üzülme hakkını ortadan kaldırıyormuş gibi davranılıyor. “Üzüntüsü” sorgulananlar, yaşananlara neden olanlar değil de, itiraz edenler oluyor. Ülkenin acıda ortaklaşması engelleniyor; “ortak acı” yeni bir ayrıştırma unsuruna, “kıskançlık” kaynağına dönüşüyor.

* Oysa, askerlerin “hepimizin çocuğu” olması, soyut bir fikir değil, bir gerçek. Askere alınırken ve göreve gönderilirken kimsenin politik tercihi, ne düşündüğü sorulmuyor. Dolayısıyla, onların gönderildikleri görevler konusunda hemfikir olmamakla, onların ölümlerine üzülmek arasında doğrudan bir ilişki yok ve kurulamaz. Böyle bir ilişki varmış gibi davranmak, onların hayatını kaybetmesini bir “şeyin” kanıtı haline getirmek, mağduriyette veya üzüntüde “kıskanç” (öteleyici) olmak ortak alanı zehirliyor.

Askerin moralini bozma suçlaması kimleri hedef alıyor, kimler muaf?

* Afrin’de olup bitenler, yaşananlar, kayıplar konusunda konuşulmasını, gerekçeleri ve hedeflerinin tartışmaya açılmasını engellemek için, sık sık “askerin moralini bozmaya kimsenin hakkı yok” cümlesi kullanılıyor. Yaptıkları şeyin “anlamı” konusunda konuşulması, yaptıkları görev kadar kendilerinin de kıymetli olduğu fikri ve kendi güvenliklerinin de önemli bir gündem olarak konuşulması neden askerlerin moralini bozsun ki.

* Eğer moral bozulmasından bahsedilecekse, kayıpların “20-25 civarında” şeklinde belirsiz bir sayı olarak ifade edilmesi, şehit cenazelerinde tabuta dirsek yaslanarak nutuk çekilmesi, parti kongrelerinde dile getirilen “siyasi hedefler” için “olacak böyle şeyler” denilerek teferruat haline getirilmek askerler için çok daha üzücü olmalı. Moral tartışması yapanların kendi “moralleriyle” daha çok ilgilendikleri de pek saklanamıyor zaten.

“Savaş” tanımlamasına karşı çıkılmasının gerekçesi nedir?

* Afrin’in tartışılmasına ilişkin özellikle medya ve sosyal medyadaki “örgütlü” tepkilerde, sıkça harekâtın “savaş” şeklinde tanımlanamayacağı tespitine başvuruluyor: “Ortada bir savaş yoksa barış istemek de anlamsız” deniliyor. Ama aynı çevreler, “yedi düvele karşı savaş” söylemini ve harekâtın Afrin ve PYD ile sınırlı olmadığı fikrini öne sürmekten geri durmuyorlar. Savaş talebi “gerekçelere”, barış talebi “sonuçlara” odaklı olarak tanımlanıyor; İsimlendirme ise muhayyer.

* Yaşananlara savaş demenin, “terör örgütü” ile TSK’yi eşitleştirici bir tutum olduğu iddiası da sıkça dile getiriliyor. Ama aynı çevreler, barış ve insan hakları diyenleri, “neden örgütün yaptıklarını da dile getirmiyorsunuz” diye suçlarken çok daha sorunlu bir denklik kurmakta sıkıntı görmüyorlar. Oysa, vatandaşlar, meşru ve teorik olarak kendi müdahalelerine açık kurumlardan siyasi talepte bulunurlar, diğerlerini ancak protesto ederler.

Afrin’de anti-emperyalist savaş verildiği iddiası ne kadar doğru?

* Çeşitli araştırmalar, ABD’nin Türkiye’nin düşmanı olduğu, Batı’nın ülkeyi bölmek için seferber olduğu inancının şaşırtıcı seviyede güçlendiğini gösteriyor. Siyasilerce de beslenen bu algı, “Sevr sendromu”yla ve “Bizi kıskanıyorlar” avunmasıyla ilişkili. Fakat şimdi düşman ilan edilenlerin beş sene önce ısrarla bölgeye davet edilmiş olması ve hâlâ bundan pişman olunmadığının söylenmesi bu tabloya oturmuyor. Onların emperyalist olması, Türkiye’yi otomatik anti-emperyalist yapmıyor.

* Hâlâ, “onları bırak, bizimle ortak ol” denilen “gözden düşmüş müttefikle” yaşanan ihtilafın antiemperyalizm diye isimlendirilebilmesi için, diğer emperyalistlerle birlikte bölgeden çıkartılması gibi bir talep ve çabayla ilişkilenmiş olması lazım. “Mazlum halkların” emperyalizme karşı savunulmasının parçası olmak da, sorunlu başka ittifakları meşru sayan “milli çıkar” çerçevesinin dışında, daha tutarlı ve etik bir tutum gerektirir.

Söylemin giderek sertleşmesi nasıl bir sürece işaret ediyor?

* Alandan gelen acı haberler ve çatışmanın başka aktörlerin de dahil olduğu / olacağı bir safhaya ilerlemesi ve uzayacağının anlaşılması karşısında toplumdaki tepkilerin sertleşmesi, “intikam” söyleminin öne çıkması “gecici olmak” koşuluyla belki anlaşılabilir. Ancak “örgütlü” nefret söyleminin ve ölçüsüz “kırım” çağrılarının siyasi aktörlerce de desteklenmesi, hatta ileri götürülmesi, Bahçeli’nin yaptığı gibi “içerdeki düşman” kapsamının genişletilmesi sıkıntılı bir sürecin habercisi.

* Kutuplaştırmanın Afrin gündemiyle yükseltilen dozu, şimdiye kadar “Allah’ın lütfu” sayesinde yaşanmamış toplumsal çatışmaların zeminini oluşturabilir. Muhalefeti, estirilen “savaş” rüzgârına nefes vermek ile iktidarı yapmakta zorlanacağı düşünülen hamlelere kışkırtmak arasında kurmanın da bu zemini değiştirmek yerine besleyeceğine kuşku yok. Kavgaya cesaret etmek değil, konuşmaya cüret etmek bu döngüyü değiştirebilir. Bu yüzden barış daima daha büyük yürek istiyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eyvallah 10 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları