Leyla Tavşanoğlu

Yasa tanımazlar hükümeti

21 Aralık 2014 Pazar

Kent plancısı Zekai Görgülü, Cumhurbaşkanı ve AKP marifetiyle yapılan hukuksuzluklara isyan ediyor

Bunlar rövanşist duygularla yapılıyor gibi geliyor. Yönetenlerin önemli bölümünün sanki cumhuriyetle bir sorunları var. Mahkeme kararına rağmen o Ak Saray denilen yapının yıkılacağını hiç sanmıyorum.
Siyasi irade planlamaya, hukukun, yargının verdiği kararlara uymuyor, buna ilişkin bir tavır ortaya koymuyorsa bu kaçak yapıların yıkılmasını beklemek duygusallıkla eşanlamlıdır.

Kent planlama uzmanı Prof. Dr. Zekai Görgülü Ak Saray’dan yola çıkarak inanılmaz boyutlara ulaşan rant paylaşımı, kaçak yapılaşma, mahkeme kararlarına uymama konularında fena halde dolu. Gayrimenkul sektöründe mutlaka şeffaflık olması gerektiğini söyleyen Görgülü, kentsel dönüşüm adı altında da yap-satçı müteahhitlere rant kapısı açıldığını söylüyor. Yeni Türk Mühenedis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) yasasıyla odaların yargıya gitmeleri yolunun tıkandığına dikkat çeken Görgülü, 1999’dan beri deprem tehlikesine karşı kimsenin parmağını oynatmadığını, deprem durumunda toplanma alanlarının da imara açıldığını önemle vurguluyor.
- SİT alanı olan Atatürk Orman Çiftliği arazisine yapılan kaçak Ak Saray meselesi var. 5 İdare Mahkemesi’nin yürütmeyi durdurma kararına rağmen o dönem başbakan olan şimdiki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hiçbir mahkeme kararını dinlemeyeceğini ve Ak Saray’da oturacağını açıklamasını nasıl karşıladınız? Ayrıca Erdoğan’ın bu yaptığının hiç mi cezai yaptırımı yok?
Z.G. - Öncelikle, cezai yaptırımı olmaması mümkün değil. Yani hukuka ve bir mahkemenin kararına aykırı bir işlem yapıyorsunuz. Ama esas olan o cezai yaptırım uygulanır mı uygulanmaz mı? Baktığımızda, özellikle İstanbul’da yoğunlaşan birçok binanın yıkılması kararlarının çok önemli bir bölümünün uygulanmadığını görüyoruz.
Sanıyorum hukuka saygı konusunda bu bağlamda bir tane örnek var. O da Nurettin Sözen’in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemde yapımına başlanan Park Otel. Kente saygı ya da işlenen bir suçun geriye çevrilmesi adına Park Otel’in bir bölümü yıkıldı.
- İyi de Park Otel’i sonunda yeniden yapmadılar mı?
Z.G.- Yaptılar. Siyasi irade planlamaya, hukukun, yargının verdiği kararlara uymuyor, buna ilişkin bir siyasi irade beyanını çok içten olarak ortaya koymuyorsa bu kaçak yapıların yıkılmasını beklemek bence duygusallıkla eşanlamlıdır. Günümüz konjonktürü bunu anlatıyor diye düşünüyorum.
Atatürkümüzden miras kalan, tarımın geliştirilmesi adına oluşturulmuş bir örnek alanın parça parça talan edilmesine tanık olduk. Mahkeme kararına rağmen o Ak Saray denilen yapı yıkılır mı? Çok umudum yok. Artık her şeyin merkezileşmiş bir yetkiye dayandığı bir ülkede planlama meselesi de yapılaşma konuları da böyle.
- Buna bağlantılı olarak, sizce acaba Tayyip Erdoğan neden Çankaya’da oturmak istemedi de kendine bu kaçak sarayı yaptırdı?
Z.G.- Kaçak saray tek örnek değil ki. Bir sürü örnek var. Örneğin Çamlıca’ya yapılmakta olan cami. Bu bir bölümüyle erk arayışının kentsel mekâna başka türlü yansıması, bir bölümüyle de yaşadığımız örneklerden yola çıkarak söylüyorum. Bunlar rövanşist duygularla yapılıyor gibi geliyor bana.
Yönetenlerin önemli bir bölümünün sanki Cumhuriyetle bir sorunları var. Tabii keşke olmasa. Kent, planlama, siyasetle çok iç içe. Ben çok klasik bir parti siyasetinden söz etmiyorum. Şimdi buna karşı çıkanların, AKP’nin olmadığı dönemlerde kent adına yaptıkları yanlışlara da karşı çıkılmadı mı?
Biz üçüncü köprüye altını doldurarak, neden- sonuç ilişkilerini kurarak karşı çıkıyor isek ikinci köprüye de birinci köprüye de karşı çıktık. Biz kentliler ahlaklı tutumdan, dürüstlükten, geleceğe güvenden ve sağlıklı bir yaşamdan yanayız. Karşı çıkışın nedenleri bu.
Örneklerini gördük. Birinci köprü, ikinci köprü bittiğinde kentin ne hale geldiğini gördük. Üçüncüsü bittiğinde ne hale geleceği çok açık.

Kentlere saygısızlık diz boyu
Hiç kimse inşaat yapılmasın demiyor. Söylenen, kentteki insana saygı çerçevesinde yapılması. Hepsinin ötesinde de planlı gelişme doğrultusunda bu işlerin olması.
- Ekonomiden sorumlu bakan Ali Babacan bir süre önce artık yapılaşmadan, inşaat sektörüne bu kadar yatırım yapmaktan vazgeçilmesini söyledi. Sizce Babacan inşaat sektörünün sonunda patlayacağı ve rant paylaşımının ekonomide tehlike çanları çalmasına sebep olacağı sinyalini vermiş olabilir mi?
Z.G.- Tam da onu kastetti. “Gayrimenkul sektörüyle ekonomimizi sürdürülebilir kılamayız” diye açık açık söyledi. Bunları söyleyen ekonominin başındaki insan. Aslında keşke bu sesler artabilse. Dediğiniz gibi inşaat sektörünün belli dönemlerde istihdamı çok güçlendirmekle birlikte onun da sürdürülebilir olmadığını çünkü çok kırılgan bir sektör olduğunu biliyoruz.
Daha da ileri gidelim. Siz sanayi üretiminde kendinizi rekabet edebilecek bir noktaya getiremediğiniz sürece inşaatla nereye kadar gidebileceğiniz gayet açık. Bunun örnekleri dünyada yakın geçmişte yaşandı. Kanalı da, üçüncü köprüyü de, üçüncü havaalanını da yapalım. Ama bir süre sonra deniz bitecek. Nereye kadar gidecek? Bakın, hiç kimse inşaat yapılmasın demiyor. Söylenen kentteki insana saygı çerçevesinde yapılması. Hepsinin ötesinde de planlı gelişme doğrultusunda bu işlerin yapılması.
- Siz Kadir Topbaş Büyükşehir Belediye Başkanı seçildikten sonra kurduğu İstanbul Metropoliten Planlama Dairesi’nde görev almıştınız. Orada alınan kararlara sonradan ne oldu?
Z.G.- Çok nitelikli akademisyenler, profesyoneller, 500’ün üzerinde insan yan yana gelmiştik. Orada İstanbul planları hazırlandı. Bu Topbaş’ın belediye başkanlığında en olumlu ve en önemli girişimlerinden birisiydi.
Sonradan yukarıdan bir şeyler geldi. O planda bu çılgın projeler denilen kararların bir teki bile yok. İstanbul’u daha korumaya dönük, bilimsel verilerle gelişmesini yönlendirebilecek, vizyonunu ve misyonunu öyle koyan bir planlama anlayışıydı. Ama o grup dağıtıldı. Şu anda İstanbul Metropoliten Planlama Bürosu diye bir yer artık yok. Düşünün ki bunu yerelden geldiğini ve belediyeciliği çok iyi bildiğini söyleyen bir yönetim yapıyor.
Daha sonra o planın üzerine bu çılgın projeler monte edilerek yasallığı sağlayan bir belge haline geldi. İçi boşaldı; ruhu yok oldu.
- İyi de Türkiye’nin ya da İstanbul’un çılgın projelere mi yoksa ayağı yere basan makul projelere mi ihtiyacı var?
Z.G.- Tabii ki makul projelere. Akla dayanan, tartışılarak üretilmiş projelere ihtiyacımız var. Zamanında yapılan devasa araştırmalardan elde edilen sonuçlar bağlamında, “İstanbul’a şu nedenlerle köprü, havaalanı gerekiyor” deselerdi hangimiz buna hayır diyebilirdik? Ama şu anda elimizde aklı olan bilimsel bir veri yok.
İstanbul’un vizyonu adına radikal karar veriliyor. İstanbul bize miras kalan, hediye edilmiş bir kent. İstanbul’a yüksek bina da yapabilirsiniz. Ama sadece bu koşulda. Talebe dayalı, imar haklarının oluşturduğu ufak tefek plan tadilatlarıyla İstanbul denilen bize bırakılan armağana ihanet ediyoruz.
Ankara da benzer olumsuzluklardan geçiyor. Bu giderek Anadolu’daki büyük kentleri etkileyecek. İnşallah öyle bir şey olmaz. Duyarlılığa müthiş ihtiyacımız var. Ama ben kısa vadede böyle bir ışık göremiyorum. Sayın Babacan’ın o sözlerini duyunca umutlanır gibi oldum. Gazetelerde bir süredir okuyoruz. Ortaya çıkan imar rantından vergi, kamu payı alınacakmış. Böyle bir taslak hazırlanıyormuş. Ayrıntıyı bilmiyoruz. Umarız ki bundan olumluluk çıkar. Çünkü artık tıkanma noktasına geldik.
- Sürekli konut balon olup patlayacak mı tartışmaları var...
Z.G.- Türkiye genelinde yapılan araştırmalarda konut gereksinmesinin olmadığı ortaya çıkıyor. Hem gereksinme yok diyoruz hem sürekli konut üretiliyor.  

Deprem alanlarını imara açtılar
- Peki, o doyuma ulaşma noktasından sonra başta İstanbul olmak üzere büyük kentler boş bina mezarlıklarına dönmeyecek mi?
Z.G.- Bir süre sonra o da olacak. Mesela ben yeni çöküntü alanlarının özellikle kent dışında ortaya çıkacağını düşünüyorum. Eskiden gecekondular, göçle gelenlerin yapılaştırdığı alanlar için bunu söylerdik.
- Bir de özellikle İstanbul’da deprem riski var. Ama bakıyoruz depremde toplanma alanları olarak ayrılan arsalar yapılaşmaya açıldı. Buna en güzel örnek de Vatan Caddesi üzerindeki eski Lunapark alanı. Bir deprem durumunda insanlar nerede toplanacaklar bu durumda? Bu bir felakete davetiye çıkarmak değil mi?
Z.G.- Dehşetli bir felakete yol açacak. İnsanlar toplanamayacaklar. Ekonominizi gayrimenkulden elde edilecek sermayeye bağlarsanız o sermayenin nasıl paylaşıldığı ve kente kamusal anlamda nasıl geri döndüğüyle ilgili şeffaflığı ortaya koymazsanız bunların bir tanesi bile kalmaz.
Biz toplanma alanlarını konuşuyoruz da 1999 sonrası deprem adına çok somut olarak ne yaptık? Geçenlerde ben deprem zirvesinde konuştum. Hiçbir şey yapılmadı. Bu bir aymazlık.

Gayrimenkul sektörü balon gibi patlar
- Kamu derken kimi ya da kimleri kast ediyorsunuz?
Z.G.- Buradaki kastım önemle merkezi yönetim. Ama bunu kent, toplum adına yapmalılar. İnşaat yapılabilir. Ama ortaya çıkan tablo bu mu olmalı? Bütün bu kaynaklar yok ediliyor, kentsel mekâna bir bütün olarak bakılmıyor. Size çok basit bir örnek vereyim. TOKİ’nin elinde çok önemli kaynaklar, para birikimi var. TOKİ o para birikimi ve kaynaklarının hiç olmazsa belli bir bölümünü kentin mevcut konut stoklarını iyileştirmek amacıyla niye kullanmaz? O kaynaklar hep mi o belli ellerde toplanmak zorunda? Lütfen, o kaynakları biraz kente, kentliye, topluma kaydıracak formülleri bulmamız lazım. Bu formüller var. Ama başta da söylediğim gibi bunun için iyi niyet, içtenlik ve irade beyanı gerekiyor.
Gayrimenkul sektörünün geldiği nokta, orada olup bitenler bu işin artık sıkıştığını gösteriyor. Bu işin artık kamuyu da özel kesimi de zorladığı apaçık ortada. Bir şeffaflık arayışı gerekiyor. Umarım olur. Ama yakın vadede bunun gerçekleşmesinden pek de umutlu değilim.

Yargı yolunu da tıkadılar
- Buna bağlı olarak kentsel dönüşüm dedikleri rant faaliyetlerinde de paralar aynı belli ellerde toplanmıyor mu?
Z.G.- Kentsel dönüşüm kentsel mekânın yeniden üretilmesidir. Kentsel dönüşüm yasası var. Ama o kentsel dönüşüm yasası değil. Geçmişte yaşadığımız yap-satçı müteahhitler şimdi yık-yap modeliyle mi meseleleri çözecek?
Eee, biz bunu zaten 1960’larda, 1970’lerde izledik. Bir yandan o yasayı çıkarıyorsunuz. Bir yandan da toplanma alanlarını yok ediyorsunuz. Depremden asıl zarar görecek alanlara hiç mi hiç para ayrılmıyor.
- Siz Mimar Odaları, kent plancıları olarak ne yapıyorsunuz?
Z.G.- Nasıl mücadele edilecek? Toplantılar, söylemler, duyarlı basında sesimizi duyurmak devam ediyor. En önemlisi de yargıya gidiliyor. Yapabileceğimiz bu. Ama son TMMOB Yasası’yla bu imkânımız da kırıldı.

P O R T R E
PROF. DR. ZEKAİ GÖRGÜLÜ
Yükseköğrenimini Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde yaptıktan sonra yüksek lisans ve doktora derecelerini de aynı fakülteden aldı. Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü’ne asistan olarak girdi. Mimarlık Fakültesi dekanlığı, Türkiye Dekanlar Konseyi Başkanlığı, bölüm başkanlığı yaptı. Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nde dersler veriyor. Ulusal ve uluslararası alandaki çalışmalarını sürdürüyor. Sivil toplum kuruluşlarında aktif olarak yer alıyor. Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası üyelikleri ile birlikte ISOCARP (Uluslararası Plancılar Birliği) üyesi, ICOMOS (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) Türkiye Ulusal Komitesi ve Yönetim Kurulu üyesi, Tarihi Kentler Birliği (TKB) Danışma Kurulu üyesi, Türkiye Anıt, Çevre ve Turizm Değerlerini Koruma (ÇEKÜL) Vakfı Yüksek Danışma Kurulu üyesi olarak da günümüzde çalışmalarını sürdürüyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tedavi olsunlar 1 Mart 2015

Günün Köşe Yazıları