Paramparça

07 Aralık 2014 Pazar

Ülkem insanı hepten kötüymüş. Kötüler ele geçirmiş dört bir tarafı.
İktidarı. Medyayı. Hayallerimizi. Dizilerimizi.
Haberimiz olmamış.
Paramparça olmuşuz. Vicdanlarımız iğdiş edilmiş. Tükenmişiz.
Star’da bu hafta başlayan “Paramparça” sayesinde öğrenmiş olduk, kalplerimizi kötülüğün ele geçirdiğini. Sona geldiğimizi. İnsanlığın bittiğini...
Uyarlamalardan bıkmıştı seyirci. Türkçe senaryo, diye bağırıyordu. Alın size Türk senaryosu. İşte. Her şeyiyle bizden. İçimizden.
İyi de bizi anlat dediysek, yerin dibine batır demedik ki? “Geceyarısı Ekspresi” bile bizi bu kadar kötü göstermemişti. Vallahi. Politik bir eleştiriydi o. Bu doğrudan insandan vuruyor. Bu ülkede insanlık kalmamış diyor.
Koskoca senaryodan bir tane iyi insan çıkmaz mı? Yok. Reklamlarla birlikte toplam 3 saat ekranın başında oturdum. Sabırla bekledim. Cihan’la (Erkan Petekkaya) Gülseren (Nurgül Yeşilçay) dışında dizide iyi bir karakter bulamadım.
Tümü yamuk. Sütü bozuk. Ve dahası kötü. Bayağı kötü insanlar yani. Hepsi başroldeki iyi iki insanı yok etmek için kodlanmış.
Hangisinden başlayayım? Yoksul bir kız çocuğu. Adı Hazal. Aslında zenginmiş de doğum esnasında hastanede fakir kızla değiş tokuş yapılmış ve kaderi kaymış. Bahtsız kızımızın bahtına İstanbul varoşlarında kahır çekmek düşmüş. Annesi Gülseren’e bir atarlanıyor bu kızımız, bir atarlanıyor, sanki Türkiye’nin en zengin ailesinin sosyetik ve şımarık kızı. Kız biliyor yani hikâyenin nasıl gelişeceğini. Senaristle konuşmuş daha önce. Galiba. Annesi de ağzının üstüne okkalı bir tokat yapıştırmıyor.RTÜK izin vermez diye mi korkuyor acaba? Bir de halası var bu kızımızın. Tam bir pislik. Bu ülkeden böyle bir pislik çıkar mı, diye soruyor seyirci. Çıkıyormuş demek ki. Nursel Köse de iyi oynuyor hani, Allahı var. Böyle giderse Türkiye’nin yeni Aliye Rona’sı olur.
Gülseren’in haliyse içler acısı. Gelen vuruyor, giden vuruyor. Göğüs dekoltesiyle başkasının evine perde takmaya gidiyor, adam sarkıyor. Alın teriyle para kazanmaya çalışıyor, patron sarkıyor. Herkesin gözü Nurgül Yeşilçay’da. Neredeyse ülkem erkeğinin topyekûn arzuladığı bu kadını nedense kocası bırakıp Almanya’ya kaçmış. Adamı merak ettim doğrusu. Bu kadın bırakılır gidilir mi yahu?
“Paramparça” klişelerden ve tesadüflerden besleniyor. 15 sene önce bir trafik kazasında aynı hastaneye düşen ailelerin bebekleri karışıyor. Yıllar sonra zengin aile yine bir trafik kazası sonucu kızlarının kendi çocukları olmadığını öğreniyor. Erkan Petekkaya ve karısı rolünde Ebru Özkan hakiki Cansu’larını aramaya koyuluyorlar. O da Nurgül Yeşilçay’a kök söktüren şımarık kızımız çıkıyor. İşin ilginci koskoca İstanbul’da başka yer yokmuş gibi Nurgül Yeşilçay tam da Cihan’ın restoranına giriyor kızına bakmak için. Ve bu tesadüften iyilerin büyük aşkı doğuyor.
Dizide zenginler ahlaksız, kimin kimle birlikte olduğu belli değil. Yoksul ailenin çevresindeki tüm erkekler de potansiyel tecavüzcü, kadınlar üçkâğıtçı.
Peki klişeler ve tesadüflerle örülü bu hikâye tutar mı? Tutar.
Çünkü “Paramparça” toplumumuza ayna tutuyor. Dizi icabı aşırı abartılı bir hikâye var, ama insanlığımızın paramparça olduğunu, yerlerde süründüğünü gösteriyor bize. ErkanPetekkaya ve Ebru Özkan iyi oynuyor. Yan oyuncular da başarılı. Bir de Nurgül Yeşilçay girerse hikâyenin içine, tutar bu dizi. Tabii senaryo klişe ve tesadüflere fazla abanmadan biraz daha hakiki ve samimi olursa, gelecek sezonu da görür.
Nedense bizim seyirci kötü insanların
hikâyesini izlemeyi seviyor.
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Burada Laf Yok 2 Mart 2015
Beş Kardeş 22 Şubat 2015
Aşk, Tanrı ve Ceza 15 Şubat 2015

Günün Köşe Yazıları