Çarpıt, çürüt, yık...

22 Ocak 2023 Pazar

Bir ülkenin mimarisi, sınırları coğrafyadan silinip varlığı tarihe karıştığında, uygarlığından geleceğe kalan son kanıttır. Ülkenin imar kalitesi, devlet yapısının niteliğini ve niceliğini de gösterir. Milattan önceki Roma’nın gücünü, devlet çöktükten iki bin yıl sonra ayakta kalan mimarisinden anlarız. Büyük Konstantin’in MS 4. yüzyılda kurduğu Roma İmparatorluğu’nun ilk çağındaki kunt kesme taş yapılarında, devletin taban sağlamlığını görürüz.

İmparatorluk Doğu ve Batı diye bölündükten sonra başkenti Konstantinopolis olan Doğu Roma’nın ilk çağ kalıntılarından aparttığı kesme taşların arasını beslediği dantel gibi tuğla örgüden, küçülmeye başlayan devletin entrikaya dayalı politikasını anlarız.

Osmanlı İmparatorluğu’nun da yetkinliği, yine mimarisinde okunur.

BAYINDIRLIĞIN İMGESİ, DEVLETİN SİMGESİ 

Fatih Camisi Sultan II. Mehmet’in savaşçı üstünlüğünü, Süleymaniye Camisi ise Kanuni döneminde Osmanlı egemenliğinin tartışılmaz haşmetini işaret ederken; Dolmabahçe Sarayı’nın Garp’ı taklit eden Şark mimarisi, Batılılaşmaya çalışan Doğulu devletin kafa karışıklığını ifade eder. Yirmi bir yıl önce “Türkiye’nin çimentosu dindir” ilanıyla iktidar koltuğuna oturan siyasal İslamcılar, bu ülkeyi son yetmiş yıldır kemiren illete parmak basmış, zaten çarpık kentleşmesinden ucube mimarisine kadar tüm göstergelerin kanıtladığı çürümeyi özetlemiştir, farkında olmadan... Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni tam da sağlam temellere oturtmak için harcına din katmamış, dini devlet işlerinden ayıran laikliği de çimentosu din olmasın diye yasalaştırmıştır. 

Atatürk’ün kurduğu Türkiye, millettir. Milletin çimentosu da dil, bayrak birliği ve toprak bütünlüğü. 

BETONUN HARCI TAŞIN GÜCÜ

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1950’li yıllara kadar mimarisine bakınız: Tüm olanaksızlıklara rağmen sağlam, kunt binalardır ve devletin gücünü temsil eden yapılar, taştır, taş... Ve bu yüzden hâlâ ayakta durmaktadır, depreme bile en dayanıklı olanlardır. Bin yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti döneminden eğer bir şeyler kalırsa geriye, bu yapıların kalıntıları olacak, eğer kurulup yıkılan bir uygarlıktan söz edilebilirse, bu kalıntılara bakarak belirlenecektir önemi. Ne zaman ki din, Türkiye’nin harcına çimento olarak karılmaya başlamıştır, işte o zaman çürüme başlamıştır. Devlet ve devletin çürük temeller üzerine yapılanmasına paralel olarak mimarisi de çarpılmış, inşaatları da dayanıksızlaşmıştır. 

1950 yılından öteye din devlet yapısına girmiş ve ne tesadüf; gecekonduculuk, çarpık kentleşme, gasp edilen arazilerin üzerine ucube camiler kondurarak yıkılmasını önlemek kurnazlıkları da aynı tarihlerde başlamıştır. 

YASA DELMEK DEVLET YIKAR

Türkiye’nin 1950’den sonraki anarşik ve çürük mimarisine bakınız, devletin nasıl yozlaştığını anlarsınız. Çarpık ve çürük kentleşme, devletteki çarpılmanın ve çürümenin de göstergesidir. Gecekonduculuk, yalnız rasyonel şehirciliği ortadan kaldırmamış; yasaların delinmesini, rüşvetçiliği, dolandırıcılığı, eyyamcılığı, hak edilmemiş mülkiyet gaspını meşrulaştırarak devleti de bozmuştur. 

Atatürk Orman Çiftliği’nden gasp edilen araziye ve imar yasaklı sit alanlarına kurulan saraylar; bırakın devletin haşmetini göstermeyi, yokluğunu gösteriyor, çünkü hukuksuzluğu kanıtlıyor!

Türkiye’nin betonu din çimentosuyla karıldıkça çatlıyor. Deprem bile gerekmiyor. Kendi kendine ufalanıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kızgın Boğa 21 Nisan 2024
Kıyamete hazırlık 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları